11 Ağu 2008

Kızımız Demet, Oğlumuz Polat ; Klonlanmış Gençlik




Markayı kişiliğinin bir parçası haline getiren, birbirini Cekss! türü takma adlarla çağıran, dünya görüşü Tarkan'ın poposu ile çizdiği çemberin içine sıkışmış kalmış bir garip gençlik oluştu.
Gençler artık “imaj herşeydir, kişilik hiçbir şeydir” yolunda hızla ilerliyor.
Oğlan Kurtlar Vadisi'ndeki Polat, kız Demet Akalın. Konuşulan lisan, Amerikanca'nın Türkçe karşılığı.
Giyim tarzları, konuşmaları, özentileri ile Demet Akalın’dan klonlanmış Demetler, Polat Alemdar’dan klonlanmış Polatlar her yanı sardı.
Bu klonlanmış ceks tarzı gençlik, benim neslimin çocukları. 1980 sonrası apolitize edilen biz anne ve babaların çocukları. Maalesef çocuklarımızı özgür düşünmeye, okumaya, irdelemeye yönlendiremedik. Gençlik içindeki enerjiyi boşaltmak için farklı yönlere saptı. Medya da en büyük etken oldu. Zaten istenilen bu değil miydi?... Düşünmeyen, eylemsiz, kişiliğini yitirmiş, marka bağımlısı bir gençlik yaratmak.
Amerikan hayat tarzı; Avrupa’ya bile elli yılda girerken, Türkiye’ye son yirmi yılda jet hızıyla girdi ve hemen hemen tüm gençliği esir aldı .
Suçlusu kim? Tabiki bizler, medya, ana babalar, politikacılarımız…Memleket sorunlarına duyarsız, tuhaf konuşan, garip tavırlar içinde bulunan, kendi kişiliğini oluşturmak yerine medyadan kendilerine uygun gördükleri kişilikleri bire bir taklit eden günümüz gençliğinin yaratılmasında hepimiz suçluyuz.
Demet Akalın’dan klonlanmış Demetler, Polat Alemdar’dan klonlanmış Polatlar ile Türkiye nereye kadar gidebilir?
Diğer yanda, gerici hareketler ve zaten toplumsal yapımızda var olan geleneksel ahlak anlayışı ile bir kısım gençliği tarikatlara kaptırdık. Doğuda hiç ilgilenilmeyen, mezradaki gençlik ise terör örgütü tarafından kandırılarak dağa çıkartıldı.
Tabi birde sosyal gerçekler söz konusu ; 12 milyon gencin 5 milyonu ne okula gidiyor ne de bir işi var? Bu gençliğin geleceği ne olacak peki?
Hani hep diyoruz ya; geleceğimiz gençlerimize emanet…Hangi gençliğe emanet?
Son yıllarda biz bu toplumu iyice yitirdik. Bundan sonra toparlanmak kolay mı? Kesinlikle çok zor. Küresel yaklaşımlar o kadar etkin ki, şu anda değil politik bir gençlik, sadece kişiliği oluşmuş bir gençliği eğer sağlayabilirsek ki bu da uzun bir süreç, ancak Türkiyemiz 20-30 yıla kadar toparlanacaktır.
Anne babalara , eğitimcilerimize ve medyaya çok iş düşüyor. Bu gençliği nasıl yozlaştırdı isek, hep beraber toparlamak da görevimiz olmalı.
Herkes , bu klonlanmış gençliğin bu hale gelmesine sebep olan herkes düşünerek atmalı adımlarını…ama birkere değil, bin defa düşünerek atmalı.
Gençler, lütfen kendinize sahip çıkın. Türkiye'nin size ihtiyacı var.

Henüz üstü kalmasın...



“Ölüyorum Tanrı'm, Bu da oldu işte, Her ölüm erken ölümdür, Biliyorum Tanrı'm, Ama ayrıca aldığın şu hayat fena değildir, üstü kalsın” demiş Cemal Süreya.

Ama ben "üstü kalsın" diyemeyeceğim. Bu kadar çabuk pes etmeye, hemen üstünü bırakmaya hiç niyetim yok. Daha yeni başlıyorum.
Tam elli yıl geçmiş, “tam" derken "kocamanlığı" ifade ediyor ...Kocaman elli yıl...Yarım asır...
Sevinç, keder, hüzün, mutluluk, mutsuzluk, göz yaşı, yılgınlık, dinamizm, çoşku, heyecan, çalışmak, üretmek, üretememek, üzmek, sevindirmek, büyütmek ve daha pek çokları ve hep çoğul halleri...hepsini bu kocaman elli yıla sığdırmışım. Sıkış tıkış olmuşum bunca yılda.
Doyabildiğim kadar çocukluk, yarım kalan genç kızlık, insanlarla bitişik düzen ve sorgusuz, sualsiz, isyansız, nefessiz çalışmakla geçen olgunluk dönemleri...Bazen sevinçler dorukta, bazen de hüzünler...Kimi zaman nefessizliklerim, kimi zaman kocaman bir girdap...çektikçe yutan, yuttukça doymayan bir girdap.

Geri dönüp baktığımda; hepsi "en" olmuş, eğrisi doğrusu ile tavan yapmış bir yaşam.
Hep "verilen" bir yaşam olmuşken, o kadar alacağım oluşmuşken, “üstü” nü bırakmak var mı?

Daha bir sürü güzellikler var…geçen yıllara sermayeden bıraktığım. Dilimin ucunda söylenmemiş naif sözcükler, kulağımda hiç dinlenmemiş melodiler var.

Bir de sevgi adına bastırılmış öfkelerin geri dönüşü var daha...Duyup da duymamazlıktan geldiğim, görüp de körmüş gibi davrandığım ihanetler, sırttan bıçaklanmalarım var daha… Alınmışlarım, kırılmışlıklarım da cabası...

Şu gönül gözümle, gülümsemelerle bezeli mutluluk çizgisine dokunmak, yağmurlara, yeşile, maviye, hüzün dokunmuş sarıya, çığlık çığlığa martılara, çıkamadığım dağlara, akamadığım nehirlere ulaşmak istiyorum.

Yiten kocaman elli yıla inat hesapsız, sınırsız, umarsız kahkahalar atmak istiyorum...içimden gelip de atamadıklarımın yerine.
Yaşamı ciddiye almadan, ayrıntılara takılmadan, korkmadan, ürkmeden, yarını planlamadan, bütünü yakalamaya uğraşmadan koşmak istiyorum.

Yarım bırakılmışlıkları tamamlamak adına, topluma ve koyduğu kurallara, yeniden bir militan havasıyla karşı çıkmak istiyorum .

Değiştirebilecekmiş inancı ile üzerine üzerine yürümek istiyorum dünyanın…

Kendimi korumak adına giydiğim zırhları, kalkanlarımı kırmak istiyorum bir bir, savunmasız kalmak, yenik düşmek kimi zaman, güçlü kadını sahneden kaldırmak…

Nefes almak istiyorum artık…Derin derin çekmek mis gibi havayı…Genzimi yakmacasına…

Bundan sonraki kocaman yıllarım için tek bencilce arzum, alacağının vereceğinin hesabını yapmadığım tek arzum; Sağlıklı kalabilmek…Gerisini ben hallederim zaten.

“Üstü kalsın” mış…Daha dur bakalım yaşamdan alacağım bitti mi ki üstünü bırakayım?

Hadi kahvemizi içelim…

ostluk ve Sevgi ile.