28 May 2010

Manga Eurovision 2010’da, Türkiye’nin değişen yüzünü simgeliyor

Bence bu yıl Manga’nın yaptığı farklı bir şeyler var…

Yıllar yılı Avrupa takımları ile yaptığımız spor karşılaşmalarında “Avrupa Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türkiye’nin ayak sesleri” gibi bir nakaratla Avrupalı olabilme kompleksimizi haykırdık durduk.

Her yıl düzenlenen Eurovision şarkı yarışmasını, milli dava haline getirip, kazanamadığımızda “bak işte politika” dedik, iyi dereceler aldığımızda ise “demek ki istesek olabiliyormuş” diye sevindik. Geçen yıl aylarca Hadise sayıkladık, Hadise konuştuk, Hadise yazdık…kıyafetinden tut, kıvırdığı kalçasına kadar söylenmedik, tartışılmadık yanını brakmadık, reytingler tavana yaptı.

Avrupa’ya kendimizi Avrupalı gibi gösterme gayretimiz en çok Eurovisiyon şarkı yarışmalarında ortaya çıktı. Kimi zaman arabesk yanımızı ön plana aldık, kimi zaman arya bile söyledik. “Amaaaan petrol” bile dedik, inanılır gibi değil!...şekilden şekile, kılıktan kılığa girdik…Türkçe mi İngilizce mi tartışmaları hiç bitmedi. Yeter ki Avrupa sesimizi duysun istedik.

Eurivision, en iyi şarkının seçileceği bir yarışma programı idi , ancak özellikle son yıllarda ülkelerin kendini tanıtımı ve show amaçlı olarak katıldığı bir organizasyon haline geldi, müzik sadece bir araç oldu. Katılanların sahne performansları, yayımlanan klipler, yarışma öncesi tanıtımlar, giysi tasarımları, şarkıcıların sahnedeki kareografileri ve medya iletişimleri ile tam bir animasyon programına dönüştü. Oylama aşamasında komşuluk ilişkileri, yarışmanın yapıldığı tarihte ülkelerin siyasi duruşları halen etken ancak şarkıcıların yorum ve sahne performansları da aynı derecede sonucu etkileyebiliyor. Sertab Erener’in birinciliğinin siyasi duruşa göre değil, gerçekten performansı ve şarkıyı yorumlama yeteneği ile geldiğini düşünüyorum. Keza geçtiğimiz yıl Hadise, şarkıyı iyi yorumlayamadı ama sahne performansı oldukça yüksekti.

“We could be the same” ya da “Aynı olabilirdik”…bu yıl Manga’nın Türkiye’yi temsil ettiği şarkı, Manga’nın rock tarzı ile bütünleşen ama batı pop çizgisinde bir şarkı…bazı eleştirmenlerin ya da habercilerin, geleneksel Türk motifi ile süslü batı popu tarzı söylemlerine katılmıyorum…hani nerde bu şarkının içinde geleneksel Türk motifi?...illaki de bu Türk motifini araya sokacağız, olsa da olmasa da!

Bence bu yıl Manga’nın yaptığı farklı bir şeyler var…

Özgür giysi tasarımları ile tüm dünyada ünlenen Que (Tasarımcı Mehmet Acar) ile giydirilen bir Manga grubu,

2001 yılında, grubun kurılduğu ilkgünden beri, dünya müzik trendlerini çok iyi takip ederek, sürekli kendini yenileyen, geliştiren, teknoloji ile içiçe, yeni ses ve tınılarla gençlerin büyük beğenisini kazanmaya devam eden bir Manga grubu,

Özellikle sosyal paylaşım sitelerini kullanarak, Eurovision yarışma çalışmalarına başladığı bugünden, 29 Mayıs 2010 tarihindeki final gecesine kadar yaşanacak süreçteki her gelişmeyi video, fotoğraf ve günlük olarak kayıt altına alarak hayranlarıyla anında paylaşan bir Manga grubu,

Modern, çağın gereklerine ayak uydurabilmiş, komplekssiz bir Manga grubu.

Yarı final performansında, sahnedeki robot dansçısıyla, laser gösterisiyle, giysileri ile, showu ile, teknolojisi ile ve kendine öz güveni ile bir Manga grubu vardı…

Şarkısını beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ancak Manga, 55. Eurovision şarkı yarışmasında sadece şarkıyı yorumlamakla kalmayacak, Türkiye’nin değişen yüzünü de simgeleyecek...

“Aynı olabiliriz
Ne derlerse desinler fark etmez
Yeni bir sayfa açtığımı hissediyorum
Dünyanın bir sahne olduğunu hissediyorum
Dramın sona ereceğini düşünmüyorum
Hiddeti bırakacaklarını düşünmüyorum
Ama dünyanın muhteşem olabileceğini biliyorum
Seni onların senden nefret ettiğinden daha fazla sevebilirim
Kimi ayıpladıkları önemli değil
Onları kendi oyunlarında yenebiliriz”

Bence de…

Başarılar Manga…


MANGA kimdir?

Kibirli Avrupa Yunanistan yerine Türkiye’yi üye yapmadığına pişman oldu

“Türkiye AB’ye katılırsa, Avrupalı’nın ahlakı bozulur, Avrupa Birliği diye bir şey kalmaz” diyen Almanya ve Fransa, şimdilerde “keşke Türkiye’yi zamanında tam üye yapsakdık” diye derinden bir “ahh!” çekiyorlar mıdır?....bence evet. Zira demokrasinin doğduğu toprakların sahibi Yunanistan’ı, nostaljik ve de manevi bir hevesle birliğe üye yaptıklarına bin pişman oldular.

Ahde vefa nedir bilmeyen Almanya ve Fransa, son günlerde AB’nin altı kaval, üstü şişhane üyelerinden ziyadesi ile muzdaripler…

Müsrif ve şımarık çocuk Yunanistan yetmiyormuş gibi şimdi de İspanya başlarına bela olmaya başladı. İspanya’daki bir banka feryat figan edip, Merkez Bankası koruması altına alınınca, yine piyasalar sallandı, Euro debelenmeye devam etti, itibarı yine düştü. İspanya’nın da bir kurtarma planı rica etmesi yakındır. Keza Portekiz ve İrlanda’dan da pek iyi sesler gelmiyor. Bütün fatura, AB’nin para kaynağı Almanya’ya çıkıyor.

AB, kendi menfaatinin nerede olduğunu görememenin sancılarını ve sıkıntılarını yaşıyor! Türkiye gerçeğini çoktan farketmiş olmalılar!...Türkiye’nin dünya üzerindeki etkisi büyüyor, 2023 yılına kadar da ağırlığını koymuş olacak gibi görünüyor…eğer sağdan soldan, yüksek çıkar ahlaksızları tekere çomak sokmaz ise gidişat o kadar kötü değil…kronik işsizlik problemimiz hariç.

Euro debeleniyor, AB’nin diğer üyeleri komşuya uygulanan kurtarma planlarına kızgın, piyasalar sallanıyor ama IMF programı uygulanmamasına rağmen Türkiye’de mali sarsıntı olmuyor. 2001 krizinden sonra alınan önlemler sayesinde Türkiye, ekonomik kriz eşiğinden en az zararla atlayabiliyor.

Zamanında AB kriterlerine uyum için en acı reçeteleri uyguladık, yanlışlarımıza neden ararken kendimizi de eleştirmeyi bildik. AB üyeleri makyajlı bilançolarla Maastricht Kriterleri’ne uyum sağlıyor görünürken, biz kritelere gerçekten uygun olduğumuzu ispatladık. Kamu borçlarımızı yüzde 60’ın altına çekebilmek ve dış açığı azaltabilmek için her tür sıkıntıya razı olduk. Yunanistan’ın şu andaki kamu açığı yüzde 120!

Biz, AB’ye tam üye olacağız diye canla başla çalışırken, iyi niyetli, yapıcı siyasi ve ekonomik reformlar sergilerken, bize dayatılan “imtiyazlı ortaklık” önerisinde haksız olduklarını sanırım kavramışlardır.

Türkiye, son yıllarda yabancı yatırımcılar için oldukça cazip hale geldi. Kendinden emin bir dış siyaset yürütüyor. Demokratikleşme süreci biraz sancılı gidiyor olsa da bir takım çalışmalar var. Bunlar yabana atılacak gelişmeler değil. Belki de Almanya ve diğer AB üyelerinin, Türkiye’ye karşı ketum ve kibirli tavırlarından artık vaz geçmelerinin zamanıdır. Türkiye’ye “ahde vefasızlık” yapanlar ve yan çizenler bakalım gelecek günlerde nasıl bir izleme raporu sunacaklar, merak ediyorum.

Ekonomide yeni dünya düzeni kurgulanırken, şimdi AB'nin Türkiye'ye, Türkiye'nin AB'ye olduğundan çok daha fazla ihtiyacı var...

26 May 2010

Kemal Abi göster Recep Bey'e, ekonomi nasıl yönetilemez!

Yelkeninizin iplerini de sağlam tutun, bu rüzgarın ne zaman ne yapacağı belli olmaz, bakmışsın tekneyi alabora etmişler…yazık olur o zaman, onca heyecana.

Kılıçdaroğlu, estirilen suni rüzgarlarla yelkenini şişirdi, CHP Genel Başkanı oldu, parti meclisini de oluşturdu…CHP’ deki statükocu ihtiyarlar da “halkın Kemal abisine” sponsor oldular!

Oldular da…eğer ki Kemal Abi ne yöne gideceğini bilemez ise, ne rüzgarın yelkene, ne de ihtiyarlar sponsorluğununun Kemal Abi’ye bir faydası olmayacak, kafasına her kasketi takanın, halka bir faydası olamadığı gibi…tarihte örneği mevcut, 1970 lere bakmak yeterli.

Kemal Abi diyor ki ''Recep Bey ekonomi bilmiyor, siz inanmıyorsunuz. Kim bu aklı fikri veriyor ona, onu da anlamıyorum, CHP iktidarında ekonomi neymiş görecek'' …bakalım göreceğiz hayırlısı ile.

Geçmişi “bürokratik” başarılarla dolu, sözümüz olamaz! SSK ifitihar edilecek bir konumda, sosyal güvenlikte dünya standartlarını aştık! Kemal Abi, kolunun altında dosyalar, yolsuzlukları da yok edecek kadar kapasiteli, Allah var şimdi…Melih Gökçek, Deniz Feneri, Dengir Mir Mehmet Fırat ve daha nice muhteşem çözümler!

Yelken iyice şişti de şişti…
Kemal Abi yönünü bulabilirse ne ala! Arada bir olaylara atlayıp, sonrasında birden bire geri vitese takma huyu da olmasa, yönünü bulacak inşallah. Baykal istifa ettiğinde çok nazlandı ama sağolsunlar ihtiyarların sponsorluğu imdada yetişti de yola koyuldu, bakalım yol neler getirecek, neler gösterecek Kemal Abi’ye?

Kurultay’da milletin özlemle beklediği konulara değiniyor, halkçı söylemleriyle sosyal demokrasi aşkı tavan yapmış durumda… "Hükümetin doğru yaptıklarına doğru diyeceğiz. Hükümet yaptı diye herşeyi eleştirmek doğru değildir. Türkiye'nin uluslararası sorunlarda bir hakem konumuna gelmiş olması güzel bir şey. Avrupa Birliği, Türkiye açısından çok önemli bir süreç. Bir tarafta Amerika, bir tarafta Avrupa var ama öbür tarafta da Çin, Hindistan ve Rusya gerçeği var. Bu coğrafyaya ekonomik olarak açılmamız lazım. Katı devlet anlayışı Türkiye'nin önünü keser. Bürokrasiye boğulan bir yönetim anlayışı başarılı olamaz. Kürt sorunu Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri"…

Ağzından bal damlıyor bal! Hani başında kasketi olmasa diyeceğim ki Recep Bey’in tıpkısın aynısı!

Kemal Abi, siz “İstanbul sermayesi” diye bir şeyi duydunuz mu?...Recep Bey, maşallah onu bile alt etti, siz baş edebilecek misiniz bu İstanbul sermayedarları ile? Gürsel Tekin’le olacak iş değil bu bilesiniz…olsaydı şimdiye kadar zaten olurdu. İstanbul sermayesi bürokratı pek sevmez de! Lider ister onlar, hani şöyle vizyonu olan.

İşsizliğe çözüm, yoksulluğa son, sosyal adalet, üretimi desteklemek, hakça bölüşmek…biz bunları 40 yıldır duyuyoruz zaten…“bir iddiada bulunuyorsan çözümün cebinde olacak” derdi rahmetli babam, taaa 1970 lerdeydik o zaman. Şimdi 2010…dünyada ekonomik açıdan söz sahibi değilsen, siyasi açıdan da hiçbir şey olunamayacağını acı tecrübelerle öğrendi Türkiye…de yeni yeni sesimiz duyulmaya başladı. Dünya değişiyor, eksen de kayıyormuş batıdan doğuya, paralar anında pul oluyor, kağıtlar şimşek hızıyla neredeyse ülkeleri iflas ettiriyor, hükümetleri deviriyor.

Kolunun altında dosya dosya dolaşmak başka, dünyaya entegre olabilmek, kendimizi ezdirmeden söz sahibi olabilmek başka bir şey…sakinlik, mütevazilik dünya sisteminde geçer akçe değil, artık herkes oyunu kurallarına göre oynuyor!

Siz silaha yapılan harcamaları nasıl azaltırsınız, onu söyleyin…bak işte ekonomiyi düzlüğe çıkarmanın ilk adımı buradan başlıyor…kıyamette burada kopuyor ya zaten! O harcamaları üretime katın, bakın işte kaynak, fakir ailelere vereceğinizi söylediğiniz ayda 300 liranın kaynağı çıktı bile…daha neler neler yapılır o paralarla!

CHP'de dünya ekonomisinin gidişatını doğru algılayacak ve bunun üzerine çözümler üretebilecek uzmanlar var, yok değil…2001 yılından beri Türkiye’nin ekonomik anlamda dibe vurmamasını sağlayan değişikliklere imza atmış Faik Öztrak var mesela, Baykal onu değerlendirmedi, siz ona kulak verin derim.

İşsizliğin yüzde 22’lere vardığı bir dönemde eğer ki kamuoyunun dikkatini çekecek somut projeler sunamazsanız yandı gülüm keten helva…kimler geldi kimler geçti şarkısı anında arka fona yerleşir.

Dünya, Türkiye’den ibaret değil Kemal Abi, ne kurtlar var bu sofrada…siz yine de sukunutenizi bozmayın ama biraz ekonomiye biraz da vizyon edinmeye çalışırsanız, yolu daha kolay bulursunuz sanırım…

İhtiyarlara da fazla kulak asmayın…"hee" deyin geçin!

Yelkeninizin iplerini de sağlam tutun, bu rüzgarın ne zaman ne yapacağı belli olmaz, bakmışsın tekneyi alabora etmişler…yazık olur o zaman, onca heyecana.

13 May 2010

Söz konusu Erkenegon zihniyeti ise Baykal bile teferruattır!

Deniz Baykal, avukatlığına soyunduğu Ergenekon zihniyetinin, gün gelip kendisine dokunacağını ve 72 yaşındaki bir siyaseti lideri ahlaksızca bir seks kasetiyle alaşağı edebileceğini acaba hiç aklında getirmiş miydi? … belki de düşünmüştür ve siyasi iradesi çoktan teslim olmuştur, kim bilebilir? Keşke istifası böyle bir olayla gündeme gelmemiş olsaydı!

Kasetin içeriği özel hayatı ilgilendirir ancak önemli olan neden servis edildiği, neden Baykal’ın siyasi hayatına gölge düşürülmek istendiğidir. Hükümete düşen görev bu kaseti hazırlayanları, servis edenleri ortaya çıkarmak olmalıdır. Aksi takdirde, Ergenekon’un CHP’yi tamamen ele geçirme planını bozamaz.

Bu ülkede Ergenekon denilen zihniyetin karanlık ellerinin nerelere kadar ulaşabileceğinin en son ve en dramatik eylemlerinden birisidir, Deniz Baykal’ın istifa etmesine neden olan skandal seks kaseti. Bu öyle bir zihniyettir ki; “Baykal istifa” korosunun, kasetin sahte veya montaj olabileceğini dahi vurgulamadan sesini yükseltmesine tezgah açmıştır…CHP içindeki Baykal karşıtları ve dahi bazı köşe yazarları, bilerek ve isteyerek, bazıları da belki de bu komplonun asıl amacının ne olduğunu kestiremeden, ergenekon zihniyetinin karanlık ellerine ve emellerine alet olmuşlardır.

“Baykal’ın istifa etmesi kimin ya da kimlerin işine yarar?” sorusunun yanıtı aslında sorunun içinde hem gizli hem de apaçık ortada…AKP’nin işine yaramayacağı kesin. Yaklaşan CHP Kurultayı olayın ana ekseni denilebilir. Baykal’ın CHP’sinin her seçimden yenilerek çıkması ve AKP’nin resmi veya gayri resmi yoldan defalarca uğraşılmasına rağmen bitirilemeyişi Ergenekon zihniyetini harekete geçirmiş olmalı.

CHP, bugün resmi ideolojinin partisi, ancak İnönü veya Ecevit CHP si ile Baykal’ın CHP si arasında dağlar kadar fark var… Baykal’ın, sosyal demokrasinin bütün ilkelerini çöpe atıp devletin seçkinlerine ve bizati her dönem iktidarda kalabilmek için her yolu mübah sayan “Ergenekoncu seçkinlere” kucak açmış olması yine de bu zihniyete yaranmasına yetmedi işte. Sık sık demokrasi dışı yollara savrularak Ergenekon zihniyetinin kendini kullanmasına alt yapı sağlamıştı.

Ortaya çıkan seks kaseti eğer eskiyse durum daha da vahim, belki de Baykal yıllardır siyasi iradesini zaten teslim etmişti. Sonuçta seçkincilerin reflekslerine uygun politika yaparak geniş halk kitleleri ile arasındaki bağını tamamen kopardı. Çağın gerisinde kalan statükocu mantıkla, Baykal karşıtlarının da güçlenmesine sebep oldu…Baykal karşıtları bir bakıma haklıydılar! Bu ülkede sandığı halkın önüne CHP getirdi ama son yıllardaki demokrasi karşıtı tavırları akıl alır gibi değildi. Baykal’ın kişisel ihtirasları da Ergenekon zihniyeti tarafından gayet iyi kullanılmıştır.

Saltanatlarının ellerinden gideceği korkusuyla birileri yine düğmeye basmış, Türkiye’deki demokratikleşme hareketlerini sindiremeyenler, zihniyetlerinin avukatlığını verdikleri Baykal’ı saltanatlarının devamı için artık yetersiz görüyor olabilirler mi?

Baykal’ı devirmek isteyenler, Kurultay’a kadar Baykal’ın bir daha geri dönmesine engel olabilecek bütün yolları deneyeceklerdir. Seçimlere kadar ise ülkede yeniden kaos ortamı yaratmaktan da geri kalmayacaklardır.

Söz konusu Erkenegon zihniyeti ise Baykal bile teferruat kalabilir. Baykal karşıtlarına da, Hükümet’e de çok iş düşüyor…bu işin aydınlatılması şart. Baykal’ın yerine gelecek olan kişi de zan altında kalabilir.

Baykalın istifasını ilk duyduğumda , “hele ki şükür” demiştim ancak gelişmelere bir de bu açıdan bakıldığında içimden Baykal’a yazık oldu demek geçiyor.

Ergenekon zihniyetinin CHP’yi ele geçirmesine engel olmak lazım! CHP’nin de bu zihniyeti daha iyi anlamış ve ders almış olması gerektiğini umuyorum.

Ekonomik kriz Türkiye’de de milliyetçiliği ateşliyor!

Tarih boyunca yaşanan ekonomik krizler, ekonomik milliyetçiliğin, içe kapanmanın ve korumacı yöntemlerin her seferinde yeniden hortlamasına sebep olmuştur. İçe kapanan devletlerde demokrasi zayıflar, aşırı milliyetçi, ırkçı, şovenist, köktendinci siyasi marjinal akımlar güçlenir.

İki yıla yakın süredir ekonomik kriz yaşayan Yunanistan’ın kurtarılması planları Avrupayı karıştırdı. Angela Merkel ve Sarkozy önceleri diretse de Yunanistan’ın krize karşı duyarsız ve önlem almaya yanaşmayan tavırları sonucunda piyasalar karışınca, AB ve Euro’nun itibarı için muhaliflerine rağmen kurtarma paketine onay vermek durumunda kaldılar.

Şimdi tıpkı Amerika’da olduğu gibi Avrupa da korumacılığa ve ekonomik milliyetçiliğe övgüler dizmeye ve önlemler almaya başladı. Hal böyle olunca Almanya, Fransa, İngiltere’de de iş gücü serbestisi nedeniyle kendi vatandaşlarından daha ucuza çalışan yabancılara karşı milliyetçi duygular ön plana çıkıyor, Türk, Çin ve Hint mallarının AB ülkelerine girişinden duyulan rahatsızlık artıyor. Son yıllarda hızlanan milliyetçi akımlar “iktisadi işbirliği” sürecini de gelecek dönemlerde baltalayacak gibi görünüyor.

Amerika’da, Avrupa’da işssiz kalanların, ülkelerindeki yabancılara ırkçı iç güdülerle bakmaları ve onları hedef almaları olasıdır! Geçmişe bakacak olursak 1929 Dünya Ekonomik Buhranı sonrasında fatura yahudi sermaye kesimine çıkartılmadı mı? Hitler, Almanya'da Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Büyük Buhran'dan güç kazanmıştır. Nazi ırkçılığının sonucu 14 milyon insan öldürülmüş olup, bunların 6 milyon’u Musevidir.

1929 ekonomik buhranı dönemi, Türkiye’de tek parti CHP nin iktidar olduğu dönemdir. Bu dönemde yeniden ulusal, dini ve etnik aitlikler bencilleştirilmeye ve ön plana çıkartılmaya başlanmıştır. Bu dönemde Anadolu'nun homojen hale getirilmesi, ekonominin düzlüğe çıkartılabilmesi için ulus-devlet politikalarının ve Türkçü uygulamaların güçlendirilmesi gerektiği, vazgeçilmez şart olarak görülmüştür. Bu görüşle 30'lu yıllardan sonra etnik kimliklere karşı aleni bir asimilasyon politikası güdülmüş, azınlıkların gelirlerine yönelik Varlık vergisi uygulaması da bu dönemlerde başlatılmıştır.

Türkiye’de özellikle 1980, 1994, 2001 ve 2004 ekonomik krizleri sonrasında bir takım siyasi akımların özellikle sosyo-ekonomik düzeyi krizden son derece etkilenmiş halk kesimlerine dayatıldığını izledik. Her ekonomik kriz döneminden sonra Türkiye’de milliyetçi, ırkçı, faşizan ya da şeriatçı akımlar ön plana çıkmaktadır. 2001 krizi ile aç, işsiz kalan insanlar, AKP’nin “belediye” merkezli alternatif devletini yaratmasına yol açmadı mı?

Şu yaşadığımız günlerde tıpkı Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de de ulusalcı kesim “kendi içimize kapanalım, yabancı sermayeyi kovalım, devlet başımızın tacı, yerli malı yurdun malı” gibi hamasi söylemlerle milliyetçiliğin, ırkçılığın ve de köktendinciliğin kazanına odun taşımaktadır. Bu kesim, ekonomik krizin adeta sürmesinden yanadır. Ulusalcılık, milliyetçiliği körüklemek değil devletin sadece eğitim ve sağlık gibi temel görevlerine sadık kalmasını sağlamak olmalı, önce bireyinin refahını gözeten ulusların dünyada söz sahibi olabildiği unutulmamalıdır.

Her ekonomik kriz marjinal siyasi akımları ve özellikle de milliyetçiliği körüklemiştir, Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye de şu anda bunun sıkıntılarını yaşamakta…devlet ya da ulus odaklı değil ancak “birey” odaklı ekonomiler demokrasiyi yaşatabilir, aksi durum faşizme davetiye çıkartır.

Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan’ın başı dertte

Rahmetli Ecevit’in deyişidir “Avrupa’nın şımarık çocuğu”…şımarık çocuk yıllardır cebinde olmayan parayı harcadı, sonucunda sadece kendisi zarar görmekle kalmadı, şimdi bütün Avrupa bu şımarık çocuğun verdiği zararı telafi edebilmek için kara kara düşünüyor, borsalar alt üst oluyor, Dolar uçuşta, Euro hızla değer ve de itibar kaybediyor.

Nasıl düşünmesinler ki…AB’nin mali patronu Almanya, Yunanistan’ı kurtarmak için bizzat 30 milyar Euro’yu gözden çıkarmak zorunda kaldı. IMF ile birlikte toplam 110 milyar euroluk yardım paketi oluşturuldu. Yardım paketi ama hibe değil, yüzde 5 faizle borç paketi demek daha doğru. Başta İngiltere olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi, milyarlarca euroluk alacaklarının derdinde. Endişeler borsaları dalgalandırmaya, Euro’yu dolar karşısında eritmeye devam ediyor. Yardımın netleşmesi, endişeleri gidermeye yetmedi, zira bu şımarık çocuğun bu destekle bile ekonomisini toparlayacağından şüpheliler. Ekonomisi üretimden ziyade hizmet sektörü ve tüketime dayalı Yunanistan, pek çok uzmana göre umutsuz bir vaka.

Yunanistan, geçmiş yıllardaki makyajlı bilançoları ile Avrupa’yı ve kredi derecelendirme kuruluşlarını kandırmanın bedelini kötü ödüyor, daha da ödeyecek ama tüm Avrupa’ya da ödetecek gibi görünüyor. Derecelendirme kuruluşları, ekonomik göstergeleri Yunanistan’dan çok daha iyi olan Türkiye’ye not vermekte oldukça cimri davranırken ve Yunanistan’a bol keseden puanları dağıtırken düştüğü hatanın farkına çoktan vardılar ama iş işten geçti…kimbilir belki AB de zamanında Yunanistan yerine neden Türkiye’yi tam üye yapmadığına bin pişman olmuştur…zira Türkiye onca dış borcuna, kronik işsizlik ve yoksulluk problemlerine rağmen hala ayakta ve ekonomik gücü de gün geçtikçe artıyor…Şansölye Merkel, düğün değil bayram değil hesabı geçtiğimiz ay boş yere kapımızı çalmadı.

Bu konuda Türkiye’nin tek çekincesi, krizin diğer Avrupa ülkelerine de sıçrayarak ihracatımızı etkilemesi. Küresel krizi takiben henüz yeniden ekonomik büyüme trendine girmişken, olası bir ihracat düşüşü büyümeyi aşağı çekebilir ve zaten çok yüksek olan işsizlik daha da artabilir. Açıkçası Yunanistan’daki kriz bizim için de önemli ve risk taşıyoruz. Dış borcumuz ve dış ticaret açığımız halen yüksek, dolara bağımlı ithalatımız çok, ihracatımız az. Ululararası sermaye hareketlerimiz dış ticaret açığını kapatmaya yeterli değil. Bu göstergeler Türkiye için de riske işaret ediyor ancak Türkiye’nin en çok ihracatını gerçekleştirdiği Almanya, Fransa ve İtalya’nın bu krizden fazla etkilenmesi çok olası görünmüyor…yine de global ekonimide tahmin ve kestirimlere pek güven olmadığını son ekonomik kriz döneminde epeyi gözlemledik.

Yönümüzü belirlerken tek pazara bağlı kalınmaması gerektiğini artık biliyoruz, geçmişteki acı deneyimler bize bunu öğretti ancak yine de Asya, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Türki Devletler ve Rusya ile olan ticari ilişkilerimizin daha da sağlamlaştırılması gerektiğini bir kez daha anlamış olmalıyız diye umuyorum.

Turizm, Yunanistan’daki krizin fırsata dönüştürülebileceği bir sektör, zira şu aşamada Avrupa’nın en önemli turizm destinasyonlarından olan Yunanistan ve İspanya’ya rağbet azalıyor…turist akışını Mısır’a kaptırmadan kendimize çekebilirsek ne ala.

Uluslar arası sermaye girişlerinin yönü de Türkiye’ye kayabilir…fonlar gidecek uygun pazarlar arıyor.

Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan’ın başına gelenlerden alınacak dersler çok…etkin bir borç yönetiminin ekonomiler için ne kadar önemli olduğu bir kez daha ispatlandı. Keza sıkı bir maliye politikasının ne kadar gerekli olduğunu tekrar gözlemliyoruz.

Yunanistan, Avrupa’nın şımarık çocuğu olmanın bedelini ağır ödüyor, halk alınan önlemlere isyan ediyor ama üretmeden tüketen ekonomiler ne yazık ki iflas etmeye mahkumdur…bir kere iflas ettikten sonra ne kadar isyan edersen et boş!