31 Tem 2008

Asıl her şey şimdi başlıyor



Anayasa Mahkemesi hızlı çalıştı. Kararını verdi. 10-1 di , 6+ 4 – 1 di , karar aritmetiğinin derdine düştük. Herkes kararı yine kafasına göre okuyor. Tıpkı yine herkesin demokrasiyi kafasına göre yorup, Türkiye’ye ve kişiye has demokrasi tanımı yapıp, “dizayn” veya “hibrid” demokrasi oluşturduğu gibi.

Bir türlü öğrenemedik velhasıl; demokrasinin gerçek anlamını ve duruma göre demokrasi inşa edildiğinde bunun adının “çakma demokrasi” olacağını.
Anayasa Mahkemesi’nin kararı şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu “uzlaşmasız karmaşa” modelinin “tüm” müsebbiplerinin eline cetvelin vurulmasından başka bir şey değildir ve bu yönüyle daha önceden de düşündüğüm gibi verilen karar hukuki değil siyasidir. Kapatma kararı red edilmemiş olsa idi; yine siyasi bir karar olacaktı.

“Demokrasi ayıbı temizlendi” demek; kararın siyasiliğini değiştirmiyor. Sonuçta Türkiye’de yargı da, ordu gibi siyasetin içindedir, içine çekilmiştir. İşte “ dizayn demokrasi” anlayışı da bu siyasi içindelikten kaynaklanır.

Bu nedenle ; “Geçmiş olsun” demek ve bundan sonra yapılacaklara bakmak en akıllı “karar okuma” şekli olacaktır.

Asıl "siyaset" şimdi başlıyor;

Kim ne kadar ve ne yönde siyaset yapacak, ne kadar uzlaşmacı bir tavır izleyecek, alınan kararı “basiretli, ayağa yere sağlam basan politikacılar” gibi karşılayabilecek göreceğiz.

Madem halkın iradesi galip geldi; hadi bakalım hodri meydan… Kim ne kadar halkına faydalı olacak?

Gün; hınç almaları bırakıp, “gerçek demokrasi” yi yeşertme zamanıdır.

Kim ne kadar “samimi” , ne kadar “şeffaf”, ne kadar “demokrat”, ne kadar “uzlaşmacı”? Gün; tüm bunları ispatlama zamanıdır.

Gün aynı zamanda; sol’un ağlamayı kesip hareket etmesinin zamanıdır. Türkiye’de sol’un değişim ve dönüşümün rüzgarını doğru yerden yakalaması için en uygun zamandır. Herkesin gerçek yönünde yer aldığı, solcu ise solcu, sağcı ise sağcılığını bildiği ve ona göre siyaset yapması gereken zamandır.

Gün; darbe meraklılarının bir kere daha külahları önüne koyup, faşist emellerine Türkiye’yi alet etmemek adına düşünme zamanlarıdır. Tabi ki Türkiye’yi kendi şahsi çıkarlarından daha çok seviyorlarsa.

Gün; darbe meraklılarının hızla üzerine gitmek, hatta en derinlerine inerek, bu ülkede darbelerle artık bir noktaya varılamayacığını kafalara sokmak zamanıdır.

Gün; ekonomik açıdan tam bağımsız ama dış dünya konjonktüründen de kopmadan, küreselleşmenin zararını en aza indirgeyecek önlemlerin alınması zamanıdır.

Gün ; Devletin, en başındaki insandan başlayarak “şeffaflaşması” zamanıdır.

Gün; Türkiye’nin ve halkımızındır.

Asıl her şey şimdi başlıyor…


27 Tem 2008

Neden bu çaba "pis bulanık gri" için?



Yurdumun karışık, sıkıntılı, heyecanlı hallerinin yansıdığı gündemle yine ömürden bir hafta geçti.

Dünyada kaç tane ülke vardır, gündemin bu kadar hızla değiştiği ve haber çeşitliliği açısından bu kadar zengin olan? Politika, magazin, güncel yaşam, spor haberleri an be an değişiyor. Şimdi hakkını yemeyelim medyamız da baya bir hızlı çalışıyor.

Her gün, bir farklı yaşanıyor yurdumda. Bir de bakıyorsunuz haftalar, aylar, yıllar devriliyor. Ama biz halen yerimizde km tüketmeye devam ediyoruz.

Karışık ve bulanık renkli yurdum görüntüsüne , kendi güncelimiz de katarak, kendimize has bir yaşam rengi oluşturmaya çabalıyoruz.

Yaşam rengi oluşturmak deyince ; belki sizin de bildiğiniz güzel bir yazı vardır.

Şöyle der yazıda ;

“Evin duvarlarını boyayacaktım.

Önce boyacıları dolaşmakla işe başladım. Kataloglardaki renkler benim istedim limon yeşiline bir türlü uymuyordu. Hatta bazı boyacılar senin istediğin limon yeşili değil limon sarısı, yanlış arıyorsun dediler. Olmadı.

Sonunda istediğim limon yeşili boyayı kendim hazırlamaya karar verdim. İlk aklıma gelen sarı, mavi ve biraz açmak içinde beyaz renkte boyalar almak oldu. Boyacıların yolunu tuttum.Yine olmadı. Çeşit çeşit sarı, çeşit çeşit mavi.

Boyacılara soruyorum, şunu, şunu almalısın diyorlar. bazıları yardımcı olmak için renk hazırlıyorlar, olmuyor.

Benim istediğim rengi tutturamıyorlar.

Benim limon yeşilim, balkonumda yetiştirdiğim limonun yeşili.

Ben onu istiyorum.

Tüm tersliklere karşın, olabileceğine inandığım sarıdan, maviden bir de beyaz boyaları alıp eve geliyorum. Kesin başaracağım.

Tüm hazır renklere, tüm boyacılara inat kendi rengimi bulacağım.

Büyükçe bir kovaya sarı boyayı döktüm önce. Sonra biraz mavi katıp karıştırmaya başladım. Olacak gibi, ama daha değil. Rengi açmak için biraz beyaz karıştırdım bu sefer.

Yaklaşıyorum. Olacak. Ama sanki biraz daha mavi katsam iyi olacak. Çok mu maviye kaçtı bu sefer.

Biraz sarı. Kalmadı. Aldım yeniden. Boyacı sana pembe de vereyim, birkaç damla atarsın, sanırım istediğin o dedi. Aldım.

Biraz sarı, yok, az mavi, iki damla pembe… Giderek kovadaki renk griye dönmeye başladı.

N’apsam. Beyaz, hayır yetmiyor. Sarı, ı-ıh. Mavi, pembe…

Bir kova dolusu petrol atığı… Pis bir koyu gri…

Oysa ben sadece balkonumdaki limon yeşilini istemiştim.”

Yaşam; sadece istediğimiz rengi tutturabilmek telaşı değil mi dir?

Renkler sadece bizim bildigimiz 12 tane renkten oluşmuyor. Renklerin kendine yakın yüzlerce tonu ve toplamda yüzlerce renk var.

İllakide limon yeşilini bulacağız diye bir kural da yok, yeter ki hem yurdumuz hem de kendimiz için “pis koyu gri” ye çabalamayalım.

Ben inanıyorum ki, “pis koyu gri” yerine , tutturmak istediğimiz rengi bir gün mutlaka bulacağız.

Güzel günlere, arzu ettiğimiz renklere ulaşabilmek telaşı içinde herkese sevdikleri ile mutlu bir Pazar günü diliyorum.


19 Tem 2008

Aaaaa...sizi pek bir "teknoseksüel" bulduk.


Seksüel ne demek ?

Benim bildiğim “seksle ilgili” demek. Peki biz neden vara yoğa “seksüel” ekliyoruz?... Bilmiyorum.

Her kelimenin arkasına o kelimeye daha bir farklı anlam katmak için veya pekiştirmek için “seksüel” uzantısı takar olduk.

Tam anlamı ile cıvıttık…“Seksüel travma” yaşıyoruz.

İşte “seksüel” li kelimelerden bir tane daha… “teknoseksüel

Kimmiş bu teknoseksüeller?

Teknolojik aletler ve gelişmeler, yaşamın ta kendisi olan insanlarmış.
Teknomarketlerden çıkmıyorlar, akılları fikirleri bilgisayarlar, cep telefonları, fotoğraf makineleri, MP3 çalarlar.

İnterneti hızlıysa özel ve önemli bir insan, eğer yavaşsa adeta bir hiç.

Tuvalette bile teknoloji dergileri okuyorlar, tüm teknolojik aletlerin özelliklerini ezbere biliyorlar. Çoğunun evinde 1 masaüstü, 1 dizüstü bilgisayar var (Red Kit'in çift tabanca taşıması misali).

Ancak MSN, web cam konuşmaları filan onları kesmiyor. Aşmışlar !!! . Varsa yoksa internette hangi aletin en yeni modeli, en hızlısı, en kapsamlısı çıkmış…

Kendilerine sorduğunuz zaman “sen asosyalmisin?” diye, tek yanıt şudur “ sen dışarıdaki asosyalliğe bak…sosyalsinde ne oluyor? ( oğlumdan çok aşinayım bu yanıta)

“Gigabaytın kadar konuş” …teknoseksüellerin felsefesi olmuş.

Teknoseksüel kavramı ilk olarak Amerikalı fizikçi ve matematikçi Ricky Montalvo tarafından ortaya atılmış. Daha çok narsizmi teknoloji bağımlılığa dönüştüren insanlar için kullanılıyormuş.
Teknoseksüel erkekler iyi görünümlü, tarzı olan kişilermiş ancak cinsel arzulardan tamamıyla uzak oluyorlarmış. Bu erkekler bir kadınla ilgilenmektense bir dizüstü bilgisayara, mobil telefona, plazma TV'ye veya son sistem bir başka teknolojik alete vakit ayırmaktan daha çok hoşlanıyorlarmış.

Bu erkeklerin hoşlandığı tek karşı cins tipi, teknoloji hastası kadınlarmış.

Sanırım teknoseksüel kadınlar , erkekler kadar çok değildir. Bu nedenle de kadın konusunda şansızlar diyebiliriz.

“Seksüel” in “tekno” arkasına eklenmişini anladık artık. Du bakalım bundan sonra neyin arkasına eklenecek.

Ben de artık alıştım galiba bu “seksüel” lakırdısına. Gelecek “bilmemneseksüel” de görüşmek üzere.


18 Tem 2008

Biz kadınlar neden bu kadar gevezeyiz?


Bazılarımız anlatır da anlatır, dün ne oldu, kim nereye gitti, ne yaptı,neden yaptı, ne olmuşta böyle olmuş, yiğeni gelmiş, kuzeni gitmiş, kızıymış, torunuymuş, torbasıymış.
Anlatırken araya dedikodu alır, sanki araya reklam alır gibi. Dedikodu biter kaldığı yerden devam.
Senin özel durumun, dındığının dındığı, dış kapının dış mandalı beni neden en ince detayına kadar ilgilendirsin? Banane senin en özelinden, en tüzelinden. Kankim , sırdaşım olursunda anlarım.
Şimdi bana diyebilirsiniz ki; bu belkide bir dertleşmedir. Evet tek taraflı bir dertleşme bu. Benim derdim hiç yok sanki, her şey aydan arı sudan duru benim hayatımda.
Bir de demezler mi “aaaa sen beni dinlemiyorsun ama”. Bak işte bu en doğrusu idi.
Kafam kaldırmıyor bunca lafı , beyin almıyor bir noktadan sonra, bunalıyorum bu kadar laftan sözden.
Boş konuşmayı ve çok konuşmayı sevmiyorum. Çok mu katıyım bu konuda? Hayır değilim, ama karşımdaki kadın veya erkek çok konuşuyor yani boş gevezelik yapıyorsa, bir yere kadar dinliyorum sonra dağılıyorum.
Biz kadınların gevezeliği hiç bitmez. Aman aman çok konuşan geveze erkeklerde hiç çekilmez.Onlar da ayrı bir dert.
Ancak kadınlar kesinlikle erkeklerden daha geveze.

Kadınların gevezeliği ile ilgili bilimsel çalışma bile yapılmış; düşünün artık bu ne demek? Gevezeliğimiz biyolojik olarak da tescillenmiş işte.
Kadınların erkeklere oranla daha çok konusmasının sebebi bakın neymiş?
İnsan beynini en çok çalıştıran eylem kelime “üretmek” . Sözcüklerin linguistik özellikleri sol beyine, anlam bölümü sağ beyine, duygular ise beynin derinliklerine yazılıymış. Sözcük üretirken hepsi birden ortak çalışıyormuş. Kadınlarda ve dişi hayvanlarda bu özellik, biyolojik eğilim olarak daha üstünmüş.
Kadın üzüntülü olduğunda kendini iyi hissetmek için konuşma eğilimine giriyormuş. Erkek ise aynı durumda susmayı tercih ediyormuş.
Kadın yüksek sesle düşünüyormuş. Ne söylemek istediğini yüksek sesle araştırıyormuş.
İçtenlik ve paylaşımcılık hisleri kadını konuşmaya itiyormuş. Yakınlık ve yalnız olmama isteği konuşma ihtiyacını da artırıyormuş.
Kadın bilgi paylaşımı için konuşurmuş, erkek ise bilgi aktarmak için.
Bir sürü neden.
Sevmiyorum gevezeleri. Paylaşmıyorum, bencilim, var mı ötesi ?
Çok konuşarak başımı ağrıtan arkadaşıma duyurulur.
“Çok konuşuyorsun kafam almıyor dedim” diye bana küstüde .

17 Tem 2008

O.D.T.Ü ile uğraşmaya sizin gücünüz yeter mi?















İ.Melih , ODTÜ’ye iki trilyon ceza göndermiş.

Neden?

O.D.T.Ü deki yapıların neredeyse tümü kaçakmış.

Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin O.D.T.Ü ile bir türlü yıldızı barışmamıştıki zaten. Şimdi de bu neden uyduruldu.

O.D.T.Ü kampüsünün kapladığı alan, nedense İ.Melih'in hep iştahını kabarttı. Ne zamandan beri? Taa Çayyolu gelişmeye başladığından beri. Taa "Armada alışveriş merkezi" yapıdığından beri.
Armada ile İ.Melih'in ilişkilerini köydeki sağır sultan bile duydu.

Kentsel rant paylaşımın en yoğun olduğu bir bölge. Eskişehir yolu ve Çayyolu.

Çookkk tatlı karlar vardır ordaki arazilerde.

Di mi İ.Melih?

Sen tut tüm O.D.T.Ü kampüsündeki binalara ceza gönder.

Neymiş...kaçakmış.

Sayıştayın verdiği rapora göre büyükşehirlerdeki 2 binadan 1'i kaçak. İstanbul'da yüzde 70, Ankara'da yüzde 40 ve İzmir'de yüzde 60 oranından kaçak yapı var.

Yani Ankara'da yaklaşık her 2 binadan 1 'i kaçak.

Zamanında aklınız nerdeydi İ.Melih Gökçek? Senelerdir kent planlaması konusunda uzmanlarınızla birlikte havanda su mu dövdünüz? Yoksa başka hesaplar mı vardı? Bu kadar kaçak yapılaşmaya müsade ederken.

Şimdi de tutmuş "kaçak yapılar" diye O.D.T.Ü ile uğraşıyorsunuz. O.D.T.Ü..bakın adı üzerinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi...Yani bir üniversite ...yani bir kamusal bir alan.

Bir de işin şu boyutu var tabi ki;

Sen O.D.T.Ü ruhu ne demektir bilirmisin İ. Melih ?

Hele bir uğraşın bakalım. Gücünüz, güveniniz, bilginiz,aklınız ve kapasiteniz yetecek mi?

Zamanında da çok uğraşanlar olmuştu. Rektörlük binasının yan tarafındaki 3 lü anıta bir bakın bakalım size ne anlatacak. Stadyuma bir bakın bakalım, size neler anımsatacak. ?
Sn. İ. Melih. Anladınız di mi?

16 Tem 2008

12 Eylül'ün kusmukları kokuyor her yanda


Sabah sabah ne kahvemin tadını var, ne de yüzüme üfüren ılık sabah melteminin.

Kokuyor her yanımız… 12 Eylül’ün kusmukları kokuyor.

Karagöz ve Hacivat’tan utanıyorum artık. Gölge oyunu demeye, orta oyunu demeye dilim varmıyor.
Bir yanda AKP, beri yanda Ergenekon. Aslında ne AKP, ne Ergenekon...
Sadece kin… Sadece nefret… Sadece öç alma.
Madımak’ı müze yapalım dediler… Kebapçı oldu.
Deniz Gezmiş’in parkası fetişistlere alet oldu.
Taksim, demokrasinin terazisi oldu.
Velev ki siyasi simge ile başörtüsü, türban oldu.
Atatürk’ü sevmek ayıp oldu.
Halkların kardeşliği demek vatan hainliği oldu.
12 Eylül’ün kusmuklarından bulaşmamış ne kaldı bu memleketde?
Cumhuriyet kime inanacağını, güveneceğini şaşırdı. Ordu, yargı, iktidar, medya…hangisine inanacak bu cumhuriyet?
Kusmukların müsebbipleri ortalıkta geziyor hala, darbenin günlüğünü yazanlar ağam paşam gibi dolanıyor etrafta. Eller ve cepler birbirine karıştı.
Boşa mı yitti gerçek demokrasi aşığı canlar? Toprak altında eridiler bittiler…demokrasi diye diye.
Birileri emretti… şu güzel memleket kusmuk içinde kaldı.
Demokrasi kan ağlıyor…
Biz de kusmuklardan kendimizi nasıl kurtaracağız, bunun telaşına düştük.

Ey Halkım ! Bir başımıza kaldık 70 milyonun içinde…

Sol yanım acıyor !!!!!

Diğer tüm taşları yıkan; en baştaki domino taşıdır. Bir taşla devrilir tüm “dayanıksız” düşünceler, dostluklar, aşklar,sevgiler…

Hangi nedendir yalnızlığımızı yaratan ve suçu üstüne atmamız gereken? Aslında hep yalnızmışız, yalnızlığımızın suçunu yükleyecek bir neden ararken.

“Sorun mu var?” derler,anlatırsın…anlattıkça yalnızlığınızdır büyüttüğünüz. Çünkü dinlemezler, sadece duyarlar…paylaşamazlar…çünkü onlarda yalnızdır…bir dünya kalabalığın içinde…tıpkı benim gibi…tıpkı senin gibi.

İnançsızlığım,çıkarcıların çıkar dünyasına…ben domino etkisini başlatmamak için çabaladıkça…zorla iteklediler yalnızlığa…

Her huzuru yerle bir ettiler, ne aşk, ne sevgi…yine de az biraz kırıntılar var…yeterli mi?…eh işte.

Diyordu ki; ‘’yerlere vurman gerek bazen kendine çıkabilmek için, yaşama gülmen gerek ağlamaya güç kazanmak için”.

Çok doğruymuş…

21.05.2005..."Bir yolculuğa doğru" . Beran

Onpunto kapandı...neyse ne yav









Onpunto Kapandı...

Neden kapandı ? Ne oldu ? Neden herkes şok oldu ?

"Pılınızı pırtınızı toplayın, kaybolun ortadan" demek etik miydi değil miydi?

Yok şu kadar emek vermiştik, bu kadar aile olmuştuk...
Kapandı işte yav...sonunda birileri dedi ki "biz başlattık, yürümedi, yürütemedik, kapattık".

Keyfilerinin kahyasımıyız ki biz?

Kapitalist işletmecilik anlayışı değil mi kardeşim, ister kapatır ister açar...
Kimin umrunda ki yazanlar, çizenler...

Koskoca köşe yazarları pılısını partısını toplamış bu memleket de? Biz amatör blogculara kapı gösterilmiş de ne olmuş yani...

Onpunto yöneticileri de bence şok ve üzüntü yaşadılar...Onlar da "kime ne" moduna sokuldular yani...
Yazdık, bağırdık, çağırdık...binlerce yazar içinden 10-15 kişi protesto ettik..Ne oldu? Sonuç?
Amaannnn...neyse ne yav... anamızın karnından yazarak çıktık sanki...

İnsan isterse bi şekilde kendini ifade edecek yer, beyaz bir sayfa bulur...

Yeter ki kendimizi özgürce ifade edebilelim...ister internete ister parşömene isterse taşların kayaların üstüne çizelim...

İnsanoğlu bir şekilde kendini yazarak ifade edebilir...kanımca

Merhaba blogum...

Belki bizi kimse okumayacak, bir allahın kulu da gelip "sen ne yazıyorsun kadın" demeyecek burada, ama biz kendi kendimize konuşalım yine de yav...konuşamayan toplumların başına bak ne haller geliyor.

Onpunto kapan...mış...mış...herkes kendi keyfinde, kendi derdinde

Geçiniz bunları...

Bak biz 3 kişiyiz ; ben, keyfim ve kahyası...hepsi de selam eder, gözlerinizden sevgi ile öperler.

Nerde kalmıştık?