31 May 2009

İnternet Ekonomisi ve Milliyet




Gelecek, kesinlikle hayal kurabilenlerin ve büyük düşünenlerin ellerinde şekillenecek…

Ülkelerin fiziksel konumlarının gitgide önemini kaybettiği bir çağın içinde hızla ilerliyoruz. Dünya’daki siyasi ve ekonomik konjonktürün artık bir tek belirleyicisi var…Teknoloji.

Trilyon dolarların tek bir tuşla saniyeden bile küçük zaman diliminde dünyanın bir ucundan diğer ucuna dolaştığı bir yüzyılda, toplumları yönlendirebilecek en etkin araç, sadece WWW…yani “World Wide Web” ve bu aracın teknik alt yapısı olan “internet”.

Ekonomi bilimi, son on yıldır yeni bir kavram içirisinde ele alınıyor..”İnternet ekonomisi” veya “yeni ekonomi”.

Dünya genelinde internet kullanıcı sayısının 1.8 milyara ulaştığı ve internette 30 milyarın üzerinde web sayfasının bulunduğu dikkate alındığında, küresel ekonominin de internet üzerinden şekillenmesi kaçınılmazdır. Ticaretten medyaya, bankacılıktan reklamcılığa kadar uzanan çok geniş bir ekonomik yelpazenin önünde artık “online” sözcüğü veya “e-“ bağlacı var.

İnternet ekonomisi ile bilinen klasik ekonomik yöntem ve araçların tüm duvarları yok olmuş, fiziki sınırlar ortadan kalkmış, insanların ekonomik faaliyetleri ve ekonominin tüm sektörleri artık sadece “WWW” ile şekillenmeye başlamıştır.

WWW’e uyum sağlayabilen, ürün ve pazarlama projelerini internet tabanlı olarak sunabilen kişi ve şirketlerin küresel ekonomik krizleri zararsız atlatacakları ve hatta krizi fırsata çevirebilecekleri kesindir.

Ekonominin bizi değil, bizim ekonomiyi yönlendirebilmemiz de ancak ve ancak internet ekonomisini akılcı yöntemlerle kullanmak ve büşük düşünmekle mümkündür.

“Türkiye, internet kullanıcısı sayısı bakımından Avrupa’da 7’nci, internet başında geçirilen zaman ve görüntülenen site sayısı gibi faktörler bakımından ise 1’inci sırada yer alıyor. Milliyet gazetesinin internet dünyasındaki yüzü olan milliyet.com.tr ise ayda 8.6 milyon ziyaretçiyle Türkiye’deki internet kullanıcılarının en çok tercih ettiği haber sitesi olarak zirveye yerleşti.” (milliyet.com.tr)

Bu haber sıradan bir teknoloji haberi değildir.
Türkiye’de internet kullanıcılarının en çok giriş yaptığı 15 sunucu şirkete bakalım;

1.Google
2.Microsoft
3.Facebook.com

4.DOL - “Doğan Online-1999 yılında kuruldu, internetteki tüm önemli iş modellerini kapsayan özgün çözümleri Türk internet piyasasına en başından bu yana sunmaktadır. DOL çatısı altında her biri kendi segmentinin liderleri arasında yer alan Portaller ve Sosyal network siteleri, E-ticaret siteleri ve Türkiye’nin en büyük Online Reklam Network'ü yer almaktadır.” (DOL.com.tr)

5.Milliyet – Milliyet Blog’un da bünyesinde bulunduğu yılların Milliyet Gazetesinin internet sunucusu.

6.Blogcu.com
7.Mynet A.S.
8.AOL LLC
9.Hurriyet
10.Yahoo
11.Wikimedia
12.Izlesene.com
13.FRMTR.COM
14.Gittigidiyor.com
15.RapidShare AG

Bu sitelerin bir kısmı tüm dünyadaki internet kullanıcıları tarafından, bir kısmı da sadece Türkçe okuma yazmasını bilen tüm internet kullanıcıları tarafından erişilen siteler…Bilgi dahil her tür alış veriş bu sitelerde yapılıyor, sosyal medyada milyonlarca kullanıcı veri tabanı oluşuyor. Bu denli büyük kapasiteli, kullanıcıların her gün binlerce kez giriş yaptığı, dolaştığı bu sitelerdeki ekonomik faaliyetlerin de çapını sanırım tahmin etmek zor değildir.

Şirketler ürünlerini artık internet kullancılarına göre üretiyor, mallar raflarda stoklarla sınırlı değil, en kullanılmayacak bir ürün bile internette sahibini bulabiliyor. Bu sitelerdeki reklam hacminin getirisini akıl edebilen şirketlerdir işte bu internet ekonomisini çözmüş olan ve büyük düşünmesini bilenler.

Daha 20 sene öncesine kadar bir ürünün milyonlarca adetinin bedava dağıtılacağı düşünülebilir miydi? Oysa şimdi firmalar internette milyonlarca ürünü bedava dağıtıyorlar ve dağıtarak büyüyorlar. Neden? İnternet ekonomisinin nimetlerinden faydalanmak için.

İnternet ekonomisi o kadar geniş bir konu ki ancak önemli bir haber üzerinden, Milliyet’in internette 5. sıraya yerleşme başarısı üzerinden konuyu biraz irdelemeye çalıştım. Gerçekten de ilk 3 sıraya yerleşen sitelere baktığımızda Milliyet’in bu başarısı sıradan bir teknolojik haber değildir. Milliyet, internet ekonomisine hızla ayak uydurabilmiş bir medya kuruluşudur.

Keşke bizim de Google gibi, Facebook gibi dünyada söz sahibi olan siteler üretebilecek projelerimiz olsa. Bu kapasitede insanlarımız var ama ne yazık ki geleceği görmesini bilmeyenler daha çoğunlukta.

Onca kısır çekişmelerin yerine hayal kurmasını bilmek ve büyük düşünebilmekle ilgili sanırım.

25 May 2009

Bazı ülkelerde MSN yasaklanıyor, MSN'siz yaşam mümkün mü?



Yüz yüze dönen iki küçük mavi yeşil insan tüm dünyayı esir almışken, Microsoft bazı ülkelerde MSN’e erişim yasağı getirdi.

Microsoft, ABD’nin ambargo uyguladığı ülkeler olan Küba, İran, Kuzey Kore, Suriye ve Sudan’da Windows Live Messenger hizmetini yasakladı. Bu ülkelerdeki insanlar artık MSN’e erişemeyecekler, MSN’e girmek istediklerinde karşılarına 810003c1 kodlu hata mesajı gelecek.(Hürriyet)

İnternet yasaklarına karşıyım, internette iletişim hakkının politik amaçlarla engellenmiş olmasına da karşıyım. Amerika’nın bu yasağı bireysel hak ve özgürlüklere tamamen aykırı. Bir taraftan da düşünüyorum…MSN hayatımıza ne kattı, neleri götürdü? Olmasa daha mı iyiydi?

Düşünün, hayatımızda MSN olmasa, eşimizle, dostumuzla eskisi gibi yine yüz yüze veya telefonla konuşsak, hal hatır sormak için “slm”, “mrb” yerine adam gibi “selam”,”merhaba” desek ve de “ii sğl” yanıtı yerine, “iyiyim sağolasın” yanıtını alsak…

Yüz yüze dönen iki küçük mavi yeşil insan, kocaman ama sanal ve ruhsuz bir dünyayı önümüze açarken, insan ilişkilerimizde neleri kaybetmiş olduğumuzu da düşündürüyor.

Microsoftun sunduğu en popüler anlık mesajlaşma servisi olan MSN, tüm haleti ruhiyemizi tuşlara bağladığımız günümüz dünyasının en yaygın kullanılan iletişim aracı. Yediden yetmişe MSN adresi olmayan kalmadı.

Teknolojiyi bilinçli kullanabilenler, iletişim ve bilgi yorgunu olmadan internetin nimetlerinden faydalanabilenler için tabi ki MSN müthiş bir iletişim aracı, ancak MSN’i çok nadir kullanan birisi olarak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki...MSN’siz bir iletişim de halen mümkün!

Türkiye, MSN kullanımında dünya 3'sü imiş. Windows Live Messenger kullanıcılarının sayısı 28 milyona yaklaşıyor ve her ay 2,3 milyardan fazla Messenger oturumu açılıyor. Dünyadaki Windows Live Messenger hesaplarının yüzde 8’i Türkiye’de bulunuyor. Bu yoğunlukta MSN kullanıcısı olan bir ülkede bilgisayar virüslerinin kol gezmesi ve hacklenme tehlikesinin yüksek olması da kaçınılmaz.

Özellikle genç nesil arasında MSN’siz iletişim devri bitti gibi bir şey. Çocukların bile MSN adresi var ve insanlar MSN’siz mutsuz. MSN, yakınlaştırayım derken insanları birbirlerinden iyice kopardı. İnsanlarımız artık çift kişilikli, gerçek olan ve sanal olan… Jest yok, mimik yok, gerçek duygu ifadelerinin yerini binlerce ikon aldı…ikonlar bizim yerimize gülüyor, ağlıyor, şımarıyor, seviyor. MSN’deki sahte tavırlar, içtenliğimizi de aldı götürdü…Tüm yaşantımızı tuşlara bağladık!

Gece yarılarına kadar MSN’de chat yapan sanal insan modeli, Türkçe’yi de bozdu, MSN dili denilen bir garabet türedi, Türkçe unutuldu. Sesli harfleri kullanmadan, bazı harflerin yerine başka harfler kullanarak kendimizi ifade etmek gibi inanılmaz zor bir işi bile başardık…sanal kekeme olduk!

MSN sayesinde, insanımız sokakta bile “muhahaaaa, puhahaaaa, zuhahaaa diye kahkaha atıyor…hele öylebir garabet laf var ki, akıllara ziyan… “kahv6mı 7m”. Yani demek istiyor ki “Kahvaltımı yedim”. Buna karşılık şunu mu söylemek gerek “ii hlt ettn, zhr zkkm ye”...Bu mudur Türkçe?

Velhasılı kelam; MSN belası bizi tüm hayatımızdan kopardığı gibi, hissiz, ruhsuz, mutsuz insanlar olduk…yüz yüze dönen iki küçük mavi yeşil insan başımızı döndürdü, dengemizi yitirdik...bizim gibi yozlaşmaya meyilli toplumlarda, MSN'in yasaklanması daha mı doğru diye düşünüyorum!

23 May 2009

DTP’yi susturarak Kürt sorunu çözülebilir mi?



Cumhurbaşkanı, Kürt sorununa ilişkin “güzel şeyler olacak” diyor ama bir yandan da DTP’li milletvekillerinin Meclis’ten yaka paça götürülerek ifade vermesi ve hatta tutuklanmaları söz konusu. DTP’yi kapatarak, muhatap almayarak ve üzerinde baskı kurarak "Kürt açılımı"ndan söz etmek samimiyetsizlikten öte bir şey değildir.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’nin en önemli ve en karmaşık sorunu olan Kürt sorununun çözümü için gösterilen niyet ve söylemler ile sorunun en önemli ve meşru muhatabı DTP’ye yönelik yok sayma ve hatta yok etme politikaları birbiri ile çelişiyor ve bu çelişki çözümsüzlüğe davetiye çıkarıyor.

Türkiye’de yaklaşık 13 milyon Kürt asıllı Türkiyeli yaşıyor ve bu nüfusun yarısı seçmen kimliğine haiz. DTP de 2.5 milyon Kürt seçmenin oyu ile Meclis’te karşımızda oturuyor. Kürt sorununu çözmek istiyorsanız “işte ben buradayım” diyor. İktidar “PKK terör örgütüdür” demeden seninle masaya oturmam diye ısrar ediyor, Ordu ise kesinlikle muhatap bile kabul etmiyor. El sıkma krizi, aynı topluluk içinde DTP lilerle bir arada bulunma krizi yaşanıyor, sorunun en önemli ve politik alandaki muhatabı görmezden geliniyor.

Bölücü faaliyetlerin odağı olduğu gerekçesi ile daha önce kapatma davası açılan DTP’nin 5 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak gerekirse zorla ifadelerinin alınması gerektiği belirtiliyor. Bundan 15 yıl önce de DEP milletvekilleri Meclis’in kapısından polis tarafından yaka paça götürülmüş, dokunulmazlıkları kaldırılmış, yargılanarak hapse atılmıştı. Leyla Zana ve arkadaşlarının yıllarca hapishanede yatmış olmasının bugün Kürt sorununa ne gibi katkı sağladığı, sorunu sadece bir terör ve güvenlik sorunu olarak görmenin Türkiye’ye ne kazandırdığını veya ne kaybettirdiğini hala kavrayamadık ki bugün gelinen nokta yine aynıdır.

Kürt kimlikli siyasi partileri kapatmak, yönetici ve milletvekillerini yargılamakla PKK terör örgütü eylemlerinin önü kesilebildi mi? Kürtlerin kimlik ve demokrasi arayışı, doğudaki ağır insanlık sorunları sona erdi mi?

DTP’nin Türkiyeli tüm Kürtleri temsil etmediği düşüncesi tartışılabilir, DTP’nin hataları ve zaafları da olabilir. DTP ye oy verenlerin büyük çoğunluğunun dağda yakını da olabilir. Ancak reel siyasette DTP’nin en önemli varlık sebebi Kürt sorunudur. PKK’nın artık yok olması ve ortaya çıkış nedenlerine kökten çözüm getirilmek isteniyorsa, Kürtlerin siyasi ve meşru bir zeminde var olmasına olanak sağlamalıdır. Bunun da yolu DTP'yi Meclis dışına atmak veya zorla siyaset yapmasına engel olmak değildir. Önemli olan PKK’nın ortaya çıktığı koşullarını değiştirebilmektir. DTP’nin varlığı PKK’nın önünü kesebilecek bir unsurdur ve gereklidir.

DTP’nin kapatılması veya tutuklamalarla, yargılamalarla üzerine gidilmesi ile ne PKK dağdan indirilebilir ne de Kürt sorununa dair çözüm niyetleri samimiyet kazanır. Ayrıca DTP’ye yapılan bu anti-demokratik uygulamalar radikal Kürt milliyetçiliğini ve güneydoğu bölgesinde zaten mevcut İslami şovenizmi körüklemekten başka da bir işe yaramaz.

Bu yüzdendir ki DTP’nin kapatılmasına ve DTP'li milletvekillerine yönelik demokrasi dışı uygumalara karşıyım.

Kürt sorununun çözümünde DTP’ye düşen görev ise Kürt halkını bireysel hak ve özgürlükler bağlamında savunmak, doğudaki insanlık sorunlarının barış ortamı içinde çözümü için gayret etmek olmalıdır. PKK’nın varlığının hem Kürt halkına hem de DTP’ye zarar verdiğini görmeleri gerekmektedir. PKK'nın peşine takılıp kriz ve çatışma siyaseti izlemekle haklılıklarını savunmaları mümkün değildir.

Devlet tarafına baktığımızda ise “Güzel şeyler olsun” demekle iş bitmiyor…adımların cesur ve bir o kadar da samimi olması gerekiyor. Kandili muhatap almayın ama DTP’yi almak zorundasınız. DTP’nin meşruiyetini yok etmeye çalışmak, Kürt sorununda çözümsüzlüğü ve çatışmayı daha da derinleştirecektir.

Hadise turizmcinin umudu oldu




Düm tek tek, turizmde hep yek! Turizmciler,"Hadise" dopingini bekliyor...

Otelcilere soruyorum “Nasıl işler, bu yaz nasıl geçecek?”. Aldığım yanıt… “Valla biz de bilmiyoruz, halen yeterli rezervasyon yok, erken rezervasyonlar zaten hayal oldu, tüm umutlar last minutede (son anda satış)”

Acenteciye soruyorum “Yok mu daha kesinleşmiş rezervasyonlarınız, ne olacak bu halimiz?” Aldığım yanıt… “Bu seneyi de kaybettik, oteller aksiyon(indirim) çıkaracakmış, bakalım halen beklemedeyiz”.

Turizmin hali budur…her sene olduğu gibi bu sene de “last minute” satışlara umudu bağladık…

Onca fuarlara gidildi, kocaman kocaman laflar edildi…ilk üç ayda gelen turist sayısında geçen yıl aynı döneme göre yüzde 14 azalma oldu!

Ekonomik kriz, domuz gribi…arpacık kumrusu gibi kara kara düşünürken, sayın turizm büyüklerimizin kafasında aniden şimşekler çaktı…”Hadise” !

Kızcağızı doğduğuna doğacağına pişman ettik, Türkiye’nin tanıtımını yapsın diye fuar fuar gezdirdik, “ Eurovision mu? Bir daha asla!” diyecek kadar ağzından burnundan getirdik, hastalıktan yataklara düşürdük…şimdi de turizm umutlarımızı Hadise’ye bağladık.

Yabancı turisler Hadise’yi soruyorlarmış, Hadise sayesinde Türkiye’ye turist akını bekleniyormuş… “Hadise, 2010’da Türkiye’ye gelen turist sayısını artıracak”diyorlar, bu yılı kaybettik yani.

Hadise, yarışma öncesinde Avrupa ve Rusya’da pek çok yerde konserler verdi, yarışmayı 500 milyon kişi izledi…Turzmciler diyorlar ki “Dünyada fotoğraf çöplüğü oluştu, artık, insanlar fotoğraflara bakarak karar vermiyor. Binlerce sahil, günbatımı, doğa resmi var. Müzik insanların ruhunu cezbediyor. Bu şarkı ve Hadise Türk insanının canlılığını, sıcaklığını hatırlattı. Türkiye tanıtımlarında Hadise’nin şarkısını kullanıyoruz”.

Bir zamanlar da “Tarkan” vardı…yıllarca “yakalarsam mucuks” dedi, Rusya’dan Türkiye’ye turist akını oldu.

Doğrudur da…müzik, sinema filmi gibi aksiyonların turizme katkısı yadsınamaz. Turist, doğa, deniz güneş kadar yaşantıya da gelir, kültüre gelir, merak eder.

Bir de şu yabancı kanallarda Türkiye ile ilgili karamsar haberler olmasa, hani derler ya tadından yenmeyeceğiz.

Haydi Hadise, sen güldür bari yüzümüzü!...Ne hallere geldik! Turist yok turist!

Düm tek tek, turizmde hep yek!

11 May 2009

Siber savaşların tam ortasındayız



Şu çileli yerküre üzerinde herkes “savaşlar bitsin, barış gelsin” der…der demesine de bir yandan fiziki savaşlar sürer, masum insanlar ölürken diğer yandan da ülkeler silaha, her tür vurucu, yok edici sistemlere muazzam para ayırır, aklını beynini karşısındakini yok etmek için kullanırlar.

İlk insandan beri insanoğlu, yerleştiği her konumu hemen mülkiyetine almış, sahiplenmiş ve korumak adına silahlanmış, kan dökmüş…tarih, “toprak” uğruna yapılan amansız savaşlarla dolmuş taşmış.

Ancak dünya barışı artık fiziki savaşların değil “siber savaşların” tehdidi altında. Ortalığı kan gölüne çeviren çatışmalar, savaşlar, terör eylemleri tamamen tarihe karışıyor.

İnsanlığın kaderini “siber savaşlar” belirleyecek!

Siber savaşların yok edici gücü artık en son sistem silahlar değil, bilgi otobanındaki bytler, digitler, uzaktan kumanda edilebilen zombi bilgisayarlar. Barut ve kan kokusu yerini sessiz sedasız ama saliselerle ifade edilen sürede ilerleyen virüslere, yazılımlara bıraktı.

Yakın geçmişte Hindistan hükümetine ait bilgisayar sistemleri Çin kaynaklı olduğu ileri sürülen bir virüsle kolayca çökertilmişti. Estonya’nın, başta devlet daireleri ve finans sektörü ile medya gibi toplumsal iletişim merkezlerine Rus siber savaşçıları denilen bir grup tarafından eşzamanlı olarak 50 ayrı yönden gelen 2 binden fazla saldırı yapılmış, bu karmaşa nedeniyle birçok devlet dairesi ve finans grubunun kapatılmış ve ülkede hayat durmuştu. Bu siber saldırılar, siber savaş tehlikesinin ne boyuta geldiğinin en yakın göstergeleri.

Dijital platformlarda bilgiler giderek daha hassas ve risk taşır hale geldi. Büyük uluslar, olası siber saldırılara karşı sanal tatbikatlarla devamlı olarak güvenlik sistemlerini kontrol ediyor ve güncelliyorlar. ABD, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere gibi ülkeler artık ortaklaşa “Cyber Storm (siber fırtına)” tatbikatları düzenliyor, siber savaşlara karşı ortak dijital önlemler alıyorlar. Bunun dışında Asya pasifik ülkeleri başta olmak üzere pek çok ülke bilgisayarlarını siber savaşlara karşı son teknolojik ürünlerle donatıyor ve devasa dijital yatırımlar yapyorlar.

Uzmanlar, bilgisayarla yapılan saldırıların, ülkelerin iletişim, güç kaynaklarının ve askeri savunma sistemlerinin çökertilmesinin yanı sıra bir ülkenin ekonomi dahil tüm altyapısının da rahatlıkla tahrip edilebileceğini belirtiyor.

Amerika, Rusya ve Çin arasındaki küresel rekabet, siber savaş senaryolarına da yansımış durumda. ABD bu amaçla “Siber Savaş Komutanlığı” kurdu. Ulusal Güvenlik Ajansı NSA, tüm dünyanın internet iletişimini takip ederek verileri çözümlüyor, dünyadaki askeri, siyasi ve ticari sırlara ulaşabiliyor. Yüzlerce Çin ve Rus hacker’ı ABD iletişim sistemlerini çökermek için “resmen” eğitiliyor. Kuzey Kore’de siber savaşve hacker eğitimi için okul bile açıldı.

Ekonomik hedefler de siber savaşların saldırı alanı içerisinde yer alıyor. Dünya finans sistemi o kadar küreselleşti ki, bilgi otobanlarını kullanılarak ve siber güvenlik açıklarından faydalanarak bir enerji şirketini veya çok uluslu bir bankayı çökme noktasına getirebilirsiniz.

Bilginin artık mekanı yok…bir siber saldırı ile dünyada milyonlarca kişi iş yapamaz hale gelebilir, e-devlete, sağlık ve enerji kurumlarına yönelik saldırılar otoriteye karşı güvensizlik yaratabilir, mali sistem bir tuşla çökertilebilir ve tüm bunlar toplumsal krizlere sebep olabilir.


Dünya’da savaşlar artık kansız ama daha etkili olacak. Dünyanın herhangi bir yerinde internete bağlanan bir siber terörist çayını ve sigarasını içerken istediği ülkenin toplumsal yaşamına alt-üst edecek eylemlerini kendi yaşamını hiç tehlikeye atmadan gerçekleştirebilir.

Türkiye açısından ise bugüne kadar meydana gelmiş en büyük tehdit kısa sürede dünya çapına yayılan virüs saldırılarından ibaret olarak görünüyor ve siber savaş tehlikesinin üzerinde çokta düşünülmediğini sanıyorum. Biz daha hala internetin Youtube, Facebook modundayız.

11 Eylül günü, Amerika’nın ikiz kulelerine yüzlerce tonluk bir fuel-oil tankının inebileceğini kimse kestiremezdi. Bir siber savaşın da tüm dünyayı nasıl allak bullak edeceğini insanlık henüz kestiremiyor.

Ama bazıları fare ve tuşlarını “siber savaş” için hızla çalıştırmaya devam ediyorlar.

10 May 2009

İmza her şey mi? Anne olmak istiyorum ama evlenmek istemiyorum!


Şimdilerde genç kadınlar özgür olacağız diye bazen dengelerini yitiriyorlar mı ne?

Öyle bir konu geldi ki önüme, özgürlüklere saygılı birisi olarak ikilemde kaldım, karar veremedim.

Sevdiğim, genç bir arkadaşımla sohbet ediyoruz; Anneler günü ve hediye çılgınlığı, yılda bir kere anneye övgüler dizmek anlamlı mı anlamsız mı derken konu bambaşka bir noktaya geldi.

Bana bir soru yöneltti...''Çocuğum olsun çok istiyorum ama evlenmek istemiyorum. Evlenmeden çocuk sahibi nasıl olurum diye düşünüyorum, sence bu durum nasıl karşılanır?”.

Aile yapısını, çevresini ve epeydir süren özel ilişkisini bildiğim için fikrimi almak istiyor…bu konuda baya ciddi.

Anne olmak bir kadın için dünyanın en güzel duygusu, ama tek başına, olanaklar ne kadar yeterli olursa olsun babasız bir çocuk büyütmek veya babası yakınında olsa bile “imzasız” bir çocuk dünyaya getirmek!…Bir an ne yanıt vereceğimi şaşırdım. Sanki ben aynı durumda olsaydım istemezdim gibi geldi…yani evlenmeden çocuk sahibi olmak. Bir taraftan da düşündüm, evlenip çocuk sahibi olup aynı evde yaşanan ruhsuzlukları ve çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerini.

“İmza her şey mi?” dedi…

“Sen magazinden etkileniyorsun galiba” dedim…

Magazin dünyasında evlilik dışı çocuk yapmak moda. “Tabuları yıkıyoruz, zincirleri kırıyoruz. Evlenmeden de anne-baba olmak istiyoruz” diyen bazı ünlülerin bu yaklaşımları bir zamanlar yine tartışmalara yol açmıştı.

Oryantal Asena, evlilik dışı çocuk yapabileceğini belirterek şimşekleri üstüne çekmişti. İbrahim Tatlıses-Perihan Savaş, Kaya Çilingiroğlu – Feraye Tanyolaç, Erol Simavi-Gönül Yazar, Ferdi Tayfur-Necla Nazır, Mustafa Denizli-Çiğdem Kayalı, evlilik dışı çocuk yapan ünlülerden aklıma gelenler.

Toplumun büyük kesimi ve bazı politikacılar evlenmeden çocuk yapan ünlülere tepkili. Hatta Türk aile yapısını bozdukları gerekçesi ile Anayasa’ya aykırı olduğunu ve cezalandırılması gerektiğini söyleyen miletvekilleri bile oldu. Şöhretler ise, ‘Biz tabuları yıkıyoruz’ diyorlar.

Psikologlar da boşanmak isteyen anne-babaya “Çocuğunuzun psikolojisini düşünün” diye uyarıda bulunuyor.

Evlilik dışı çocuk sahibi olan ünlüler , “İnsanlar büyük mutluluklarla, havai fişeklerle evleniyorlar ama çocukları bir yaşına gelmeden boşanıyorlar. Özgür seçimler uygulanabilmeli, kimseye söz düşmez” diyerek kendilerini savunuyorlar.

Bir de evlilik dışı çocuk sahibi olan binlerce imam nikahlı çift var. Bu çiftler de çocuk yapıyorlar ve evlilik dışı çocuk olayına sessiz sedasız katlanıyorlar.

Aynı zamanda evlilik dışı çocuk yaptığı için namus cinayetine kurban giden kızlarımızın olduğu bir toplumuz.

Peki, evlilik dışı dünyaya gelen bir çocuğun ileride psikolojisi ne olacak?

Modern şehir yaşamında “aile” önemini yitiriyor mu artık ? Hani hep öğretirler ya…“Aile en küçük sosyolojik birimdir. Toplumlaşmak, sosyalleşmek, her şey aile ile başlar. Aile müessesesinin korunması gerekir”.

Bu durumda “aile” nasıl korunacak? Çocuk toplumsal baskıdan kendisini nasıl koruyacak? Evlilik dışı anne-baba çocuğunu ne kadar sahiplenebilecek?...pek çok soru peş peşe geliyor.

Evlilik dışı dünyaya gelmiş olup da ana babası tarafından uzun süre sahiplenilebilen çocukların sayısı sanırım çok değildir.

Bir de işin hukuki boyutu var…hukukçularımız daha iyi bilirler ama evlilik dışı doğan çocuk annenin soyadını taşıyabiliyor, babanın soyadını alamıyor. Bu konuda tam emin değilim.

Ne olursa olsun, her bir durumda olan çocuğa oluyor.

Bence; nasıl ki evli çiftlerin sırf çocukları için uygun olmayan bir evliliği yürütmeye çalışmaları çocuklar için zararlı ise, evlenmeden çocuk sahibi olmak da çocuk için o kadar zararlı.

Günümüz kadınları biraz fazla mı özgür düşünüyorlar yoksa erkeğe mi güvenleri kalmadı?

Sonuçta; çocuklarımızın sevgi dolu bir yuvada anne ve babalarını bilerek, hissederek yetişmeleri gerekiyor.

Yine de kararsız kaldım…İmza her şey mi?

Bu vesile ile tüm annelerin Anneler Günü kutlu olsun. Benim için Anneler Günü, yirmi yıldır kutlanmayan bir gün…zira anacığımı bir Anneler Günü’nde yitirmiştim!

Ergenekon çözülmeden PKK çözülmez


Ne zaman ki bu memleket Erkenekon zihniyetinden arınır, o zaman PKK terörü de Kürt sorunu da biter.

O zaman İstanbul’da da, Van’ın sanat sokağında da aynı şarkıyı dinleniriz…“İklim değişir Akdeniz olur, Hadi gülümse”.

Kürt meselesini hala Türkiye 'nin çözülmezleri arasında tutan, bizzat "Ergenekon zihniyeti" değil midir?

70 li yılların sonuna doğru ortaya çıkan ve 1984’teki Eruh saldırısıyla resmen başlayan PKK terörü, ordu için yeni bir savaş tarzını gündeme soktu. Terörle mücadele istihbarat gerektiriyordu, kırsal kesimdeki bu savaş, nizami harp koşullarına pek benzemiyordu.

İşte o “vatan kurtaran aslanlar” da bir bir bu dönemde türemeye başladılar. JİTEM bu dönemin eseri bir garabet yapılanmadır. Kimlerle iş birliği yapmadılar ki? PKK itirafçıları, Hizbullah, PKK’nın para kaynakları ve tabi ki “güç olabilme” hırsının vicdansız zihniyeti etrafına üşüşmüş ne idüğü belirsiz ünvanlı, ünvansız bir kesim…Adına Ergenekon denilen bir mega mefya ve milyonlarca dolarlık bir rant.

Ergenekon Davası, Fırat’ın ötesine geçemedikten sonra, ölüm kuyularından çıkan kemiklerden Musa Anterler’e kadar, Şemdinli provokasyonundan PKK ile MİT arasındaki ilişkiyi ortaya çıkaran aydın-yazarların öldürülmesine kadar ki kaos yaratma tarihçesi ve fiillerinin üzerine gidilmedikten sonra, “toplumsal barış” için önerilecek tüm reçeteler “sözde” kalmaya mahkumdur.

Ergenekon ve PKK’nın stratejik ve derin işbirliği sayesinde terör sorunu 30 yıldır can almaya, terörle mücadele için heba olan milyonlarca dolar yüzünden de bu halkın beli bükülmeye devam ediyor.

Ne zaman bir barış umudu doğsa, arkasından ya Aktütün ya Güngören geliyor! Savaşın devamından yana olan kaos yaratma sistemi, var gücü ile çalışıyor.

Terör ortamının sürmesi demek, Güneydoğu'daki faili meçhullerin, uyuşturucu trafiğinden gelen payın sürmesi, hukuksuzluğun devamı demek... Bölünme korkusunun körüklenmesi ve bu korku ile milliyetçilik damarlarının kabartılması demek…hem Türk hem de Kürt milliyetçiliğinin.

Ve nihayetinde her seferinde barışa “elveda” , kardeş kanı dökmeye “devam” demek…hatta linç kültürünün yerleştirilmesi demek!

Onlar için, o derin stratejik işbirliğini yöneten ve yürütenler için “kardeş kavgası” her an gündemde ve sıcak tutulmalı ki bu halk onların gücüne tapsın… Onların derin hedeflerine ulaşabilmesinin tek yolu PKK'yı yaşatmaktır.

Kürt sorununu salt terör sorununa indirgemeden, terör sorununu da Kürt sorununun bir sonucu olarak görmeden önce, “çözümsüzlüğün” asıl nedenini doğru tarifleyebilmeli ki bu da baya cesur refleksler gerektiriyor.

Ergenekon gibi yapılar olmasın ki, Kürt sorunu tartışılabilsin ve demokratik çözümün yolu açılsın.

Kürtlerin demokrasiyle çözülemeyecek bir sorunları yok. Kürt meselesi en başta siyasi bir meseledir, demokrasi meselesidir. Ama sadece bir güvenlik ve ekonomi sorunu olarak gördüğümüz müddetçe ne Kürt sorunu ne de PKK biter!

Ancak Türkiye önce Ergenekon zihniyetinden arındırılmalı, önce kendi demokrasi sorununu çözmeli ki Kürt sorununu da çözebilsin.

Tek ihtiyacımız cesur, iyi niyetli, özde adımlardır…

İşte o zaman İstanbul’da da, Van’ın sanat sokağında da aynı şarkıyı dinleniriz…“İklim değişir Akdeniz olur, Hadi gülümse”.

3 May 2009

Usta filmi Issız Adam’ın başarısını yakalayabilecek mi?


“En son ne zaman bir tutkunun peşinden koştunuz?
Hayatı ıskaladınız,
doya doya güldünüz,
ağladınız,
öfkeyle bağırdınız,
aşk için her şeyden vazgeçtiniz,
yapayalnız kaldınız…
En son ne zaman sevgiye kucaklaştınız?
En son ne zaman aşkın çağrısına uydunuz?
En son ne zaman arkanıza yaslanıp hayatınıza baktınız?
En son ne zaman?”


“Usta”…

“Usta”… tutkulu bir oto tamircisinin, tek başına uçak yapma tutkusuna inatla sarılan Doğan Usta’nın hikayesi. Doğan’ın kendi uçağını yapma hayali, aşkı ile tutkusu arasındaki ikilemi, onu ailesinden , eşinden kopmasına neden olur.

Genç neslin yönetmenlerinden, pek çok başarılı markanın reklam filmlerinin yönetmenliğini yapmış olan Bahadır Karakaş’ın ilk sinema filmi “Usta”, 8 Mayıs’ta vizyona giriyor.


Bahadır Karakaş, filme bakışını şöyle idafe ediyor;

İnsanın da içinden bakılır mı Usta?

Tutku hayatın yelkenini dolduran rüzgardır, esmezse hayat yerinde sayar, durağanlaşır, renksizleşir, sıradanlaşır ve anlamsızlaşır. Bir rüzgarla hayat anlamlı, heyecanlı ve eğlenceli bir yolculuğa dönüşebilir. Ancak bir hayale kapılan insan bir gün bencil, yapayalnız ve sevgisiz birine dönüşmek üzere olduğunu farkederse ne olur? Tutkudan, yani istemekten, vazgeçebilir miyiz?

Doğan Usta çırağı Uğur’a bir motorun içinden nasıl bakacağını öğretir fakat bir insanın içinden bakmayı Uğur sorana kadar aklına getirmez. Bir insanı gerçekten anlamak olası mıdır?


“Usta” ilk bakışta bir uçak yapma öyküsünü anlatsa da, filmin öyküsü yine “insan” odaklı…bir hayalin peşinde yılmadan çırpınıp dururken, aşkı ve hayatı ıskaladığını farkeden insanın öyküsü.

“Usta” ; kendisini tutkusunun merkezine odaklarken aşkını kaybeden Doğan ile kendisini kocasının, sevdiğinin merkezine odaklamak isteyen Emine’nin, Anadolu insanına özgü sevgi ve aşkını, isyanını anlatıyor.

Son yıllarda üstüste başarılı yerli yapımlar izliyoruz. Issız Adam’dan sonra yine bir aşk hikayesi, yine tutkuların esir aldığı hayatların hikayesi film yapılmış. Issız Adam’ın izlenme oranı ve beğenisi bir hayli fazla idi. “Usta” da genç bir yönetmenin çektiği ve sinemamızda yeni, profesyonel yüzlerin yer aldığı bir film. Aynı başarıyı yakalayabilecek mi?

Bahadır Karakaş ve filmde Emine’yi canlandıran Fadik Sevin Atasoy’un geçen hafta Kanal 24’te filmin tanıtım sohbetini izledim. Belli ki filme çok emek verilmiş ve inanmışlar. Filmde gerçekçi bir üslubun tercih edildiğini, gerçek mekanların kullanıldığını, özel kamera hareketleri ile de Türk sinemasına bir takım yenilikler getirdiklerini aktardılar. Eskişehir'de çekilen filmin fragmanı da oldukça başarılı, görüntüler ve müzik ise etkileyici.

“Usta” nın zengin bir oyuncu kadrosu var; Başrollerini Yetkin Dikinciler, Fadik Sevin Atasoy, Şevket Çoruh, Müşfik Kenter’in paylaştığı, yönetmenliğini Bahadır Karataş’ın üstlendiği filmin yapımcısı Mete Özok. Görüntü yönetmeni ise Altın Portakal ödüllü Mirsad Heroviç. Usta`nın senaryosunu ise Türk edebiyatının önemli yazarlarından Ayfer Tunç, Bahadır Karataş`la birlikte yazmış. Filmin müzikleri Ömer Özgür’a ait.

“Usta” gösterime hazır. 8 Mayıs’ta vizyonda…

Bakalım bugün hepimizi saran güvensiz ruh halini, aşkı ve tutkuyu nasıl işlemiş?

Filmin tanıtımı ve fragmanı : "USTA"

Twitter ile cıvıldamaya başladık


Sanal yaşantımızda artık cıvıldamaya başlıyoruz. Twitter ile hepimiz adeta birer “sanal kuş” olacağız.


Türkiyem artık kuşlar gibi cıvıldayarak sosyalleşecek!

Dünyamız sanal, yaşantımız sanal, arkadaşlarımız sanal, ailemizle bile sanal yollardan anlaşıyoruz…bu nasıl bir sosyalleşmedir ki kendimizi bilmem kaç inçlik ekranların arkasına sakladık, gigabaytların içine gömdük.

“Her rengi boyadık bir fıstıki yeşil kaldı” derler ya; Facebook’u arkadaş çöplüğüne çevirince, şimdi de bize kuşlar gibi cıvıldama imkanı sunan yeni sosyalleşme sitesi “Twitter” i deneyelim dedik.

Twitter, Facebook ile blog arası bir mikro blog. Internetten kısa mesaj servisi gibi bir şey. Eşinize, dostunuza, ailenize kısa mesajlar yollayabiliyor ve halinizi, ahvalinizi bildiriyorsunuz. Onlar da size twitter aracılığı ile “ne yapayım, ne halin varsa gör” diyebiliyor. Yeter ki bu mesajlar 140 karakteri aşmasın. Yani o anda ne yaptığınızı ne hissettiğinizi Twitter’e girip anlık olarak paylaşabiliyorsunuz. Özel hayatınızı ortaya saçarken, diğer twitter kullanıcıları da bunu izleyebiliyor.

Twitter… Sosyalleşmenin daniskası bu işte!

“Twitter” kelimesinin Türkçesi “cıvıldamak, cıvıltı”. Şu anda tüm dünyada 7 milyona yakın kullanıcısı var. Şubat ayında yüzde 1382 büyümüş. Bu rakam Facebook'un büyüme hızının yaklaşık dört katı. Twitter, ABD başkanlık seçimlerinde Barack Obama’nın kampanyalarında kullanmasıyla dünyanın gündemine geldi. Ünlü sanatçıların ve gazetecilerin de katılımıyla tam bir çılıgınlığa dönüşmüş durumda. Türkiye’de henüz o kadar yaygın olarak kullanılmıyor ama bizim bu sanal sosyalleşme merakımız varken çok yakında patlama yapması kaçınılmazdır. Facebook da öyle olmadı mı? Sanırım 2009 sonuna kadar özellikle gençler arasında cıvıldaşma artacaktır. Zira Twitter, hem bilgisayardan hem cep telefonlarından kullanılabiliyor.

Twitter sadece hal hatır sormak, o andaki hislerinizi, ne yaptığınızı bildirmek için kullanılmıyor tabi ki. Daha faydalı yönleri de var. Sosyal medyanın çoğu twitter kullanıcısı. Haberler anlık olarak tweetleniyor. CNN gibi medya devleri haberi önce Twitter'dan veriyor. Milliyet de milliyet.com.tr olarak Twitter’da yerini almış durumda. Milliyet Blog’daki yazılarımız Twitter ile paylaşıma açıldı. Ben de yazılarımı tweetliyorum ve Twitter kullanıcıları da okuyorlar.

Twitter üzerinden basın toplantıları yapılıyor, Twitter’da şirketler yeni ürünlerini lanse ediyor, kampanyalarını tanıtıyorlar. Ayrıca acil yardım için de kullanılabilir.

Gelelim işin magazin kısmına…Twitter tüm dünyadan ünlü akımına uğramış durumda. Twitter kullanıcıları ünlülerin mesajlarını da paylaşıyor ve onları takibine alıyorlar. Türkiye’den ise Kemal Kılıçdaroğlu, Mustafa Sarıgül, Sezen Aksu, Sertab Erener, Cem Yılmaz ve Beyazıt Öztürk var. Ece Temelkuran, Fatih Altaylı, Güngör Uras da benim farkedebildiğim gazeteci ünlüler. Hadise de Twitterda cıvıldamaya başlamış üstelik beş ayrı hesapla hayranlarının takibinde.

Bir işin suyunu çıkarmak konusunda üstümüze yok, Twitter kullanamında da cıvıldayacağız diye cıvıtacağımız endişesindeyim.

Facebook’un b….nu çıkardık sıra “twitter” da cıvıtmaya geldi.

Cıvıtmadan cıvıldamak için http://twitter.com/ . Kayıt işlemini tamamladıktan sonra karşınıza gelen ekranda “What are you doing?” yazan yerin altında ki kutuya istediğinizi 140 karaktere kadar yazıp “update” butonuna tıklayın…

Türkiyem artık kuşlar gibi cıvıldayarak sosyalleşecek!

1 May 2009

Turizmcinin domuz gribi endişesi


Bir bomba patlar, turizmcinin yüreği ağzına gelir…hem teröre lanet okursunuz, hem de arkasından rezervasyon iptalleri gelecek mi diye endişe ile beklersiniz.

Toplumsal bir olay çıkar, tv lerde arbedeler dakikalarca görüntülenir…dua edersiniz ki yabancı medya bu görüntülere yer vermesin diye.

Sahte içki piyasaya sürülür, turistler ölür…küfredersiniz bu baltayı turizmin tam ortasına indirenlere, üzülürsünüz, içiniz yanar ölenlere.

Ekonomik kriz, turizmi nasıl etkileyecek diye endişelenirsiniz… ya acentam iş yapamazsa, ya işimden olursam, ya otel boş kalırsa, ya dükkanımdaki malları satamazsam, ya uçağımı dolduramazsam, ya aracımı, otobüsümü hiç çalıştıramazsam, ya teknem bu sezon limana demirli kalırsa, ya restoranım sinek avlarsa, ya aldığım krediyi geri ödeyemezsem diye uykularınız kaçar.

Kuş gribi, terör, sahte içki, ekonomik kriz…beliniz bükülür de bükülür. Hep bir korku, hep bir telaş, hep bir panik.

Ya turist gelmezse !

Ya rezervayonlar iptal olursa !

Ya onca emek, onca çile boşa giderse !

Turizm sektörümüz, domuz gribinden nasıl ürkmesin?

Geçen yıldan yapıldı bütün organizasyonlar, milyon dolarlar gitti tanıtımlara, turizm fuarlarına gidildi, tur operatörleri ile anlaşmalar yapıldı, oteller gelin kız gibi hazırlandı…turistlerimizi bekliyoruz.

Havalanının çıkış kapısında rengarenk giysilere bürünmüş turistlerimizi karşılayacağız…bir tatlı telaşla otellerine yerleştirip, onlara ülkemizin tarihi ve turistik güzelliklerini sergileyeceğiz, insanımızın sıcaklığını yansıtacağız, mutluluklarında emeğimiz olduğunu düşünerek gururlanacağız, ülkemize döviz kazandırmış olmanın gönül rahatlığını yaşayacağız.

Diyeceğiz ki; “şü kriz ortamında bile hayal satabildik, sattığımız hayallerin gerçekleşmesi için canla başla çalıştık, 50 derece sıcakta, kavuran güneşin altında çalışsak bile, ensemizden aşağı oluk oluk ter boşanmış olsa bile, turistlerimizi mutlu gönderdik, sattığımız bir hayal gelecek yıl bize iki hayal olarak geri dönecek”.

Onlarca emeğin, onlarca çilenin, onlarca sabrın bir domuz gribiyle yerle bir olmasından biz turizmciler korkmasın da kim korksun?

1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı…Taksim’de kutlansın istiyoruz ama şenlik olsun, kan akmasın. Bir yanda da ürküyoruz ya bir olay çıkar da turizmimizin göz bebeği İstanbul’umuz dış dünyaya nasıl yansıtılır diye.

Biz turizmciler krizlerle ölüp ölüp dirilmeye layık değiliz…Ülkemize ayak basan her turist için canımızı dişimize takarız, gece gündüz demez 24 saat hizmet veririz…

Dünya Sağlık Örgütü alarm seviyesini 5 olarak belirledi...6 ise son aşama. Lütfen önlemlerimizi buna göre alalım…

1.5 milyon çalışanımızla, 40’dan fazla sektöre sağladımız katkı ile emeklerimiz heba olmasın….

Domuz gribi korkulu rüyamız olmasın !