22 Eyl 2008

Bizim CERN unutuldu mu?



Prof.Dr.Engin ARIK…

Türkiye’nin yetiştirdiği ve geçen yıl Isparta’da dağa çakılan uçakta diğer beş meslekdaşı ile birlikte kaybettiğimiz, değerli bilim insanımız, fizikçimiz..

Hayali Türkiye’nin CERN’e tam üyeliği idi. 40 senedir bu konuda çalışıyordu.

14 Nisan’da CERN’e tam üyelik için ilk adım atıldı ama ne yazık ki fizikçimiz bunu göremedi.

Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’de çeşitli üniversitelerden 50'yi aşkın Türk bilim adamı yer alıyor.

Ancak Türkiye CERN’e henüz tam üye değil. Türkiye'de yüksek enerji fiziği alanında büyük bir potansiyelin olup olmadığı tartışmalarıyla ülke olarak üyeliğin geciktirildiği söyleniyor.

CERN'e ülke bazında tam üye olmak için 15-20 milyon dolar gibi bir paranın her sene ödenmesi gerekiyor.

Bilim adamlarımız " CERN’e üye olunsaydı 50 değil, belki 250 Türk bilim adamı orada olabilirdi” diyorlar.

14 Nisan 2008’de CERN ile ilk anlaşma imzalanmış. Tam üyelik ise 3-4 yıl içinde ancak gerçekleşecek.

Türkiye’nin CERN’e tam üye olabilmesi için üç yıl içinde hem siyasi, hem de bilimsel alanlarda belli kriterleri sağlaması gerekiyor. Siyasi olarak, CERN konseyinde 20 üyenin Türkiye’nin katılımına ‘evet’ demesi ve Türkiye’nin de bu süreç içinde bilimsel altyapısıyla ilgili tüm bilgileri CERN’e vermesi gerekiyormuş.

CERN’e tam üye olan ülkeler, yürütülecek projelerin seçilmesi ve izlenip değerlendirilmesi konularında önemli kararlar alabiliyorlar. Eğer üye değilseniz, bu karar mekanizmasında etkiniz olmuyor, sadece gözlemliyorsunuz. Bugüne kadar bizim gözlediğimiz gibi...

Üye olduğumuz takdirde Türkiye’den binlerce fizikçi, mühendis, biyolog ve kimyacı CERN’de çalışabilecek, bilim adamlarımız orada öğreneceği bilgileri kendi ülkemize getirebilecekler.

World Wide Web (www) internet de CERN’de keşfedildi.

Yüzyılın deneyi bugün başladı ama TÜBİTAK’tan hiç bir açıklama yapıldı mı bilmiyorum? Sahi bu TÜBİTAK ne iş yapıyor? Yoksa TÜBİTAK balta girmemiş ormanların bulunduğu bir ülkede mi görev yapıyor? Milyonlarca dolarlık bütçe alırlar, ortada ne var? Bu kurumun geliştirdiği hangi ürün hayatımızda? Hangi bilimsel çalışmalara destek verilir?

Bugün yüzyılın deneyi “big bang” başladı.

Maddenin nasıl oluştuğuna ilişkin birçok sırrın anlaşılmasını sağlamak amacıyla başlatılan bu çok önemli deneyle ilgili medyada günlerdir yazılıyor, konuşuluyor.

CERN diyoruz, büyük patlama deneyi diyoruz ve bu iş için ömrünü adamış olan bilim insanımız Prof.Dr.Engin ARIK’ı anmak hiç aklımıza gelmiyor.

Rahmetli Engin Arık bu işle tam 40 yıl uğraşmış. Her yere müracaat etmiş, insanlara anlatmaya çalışmış ama kimse O’nu anlamamış.

Dünya’da bilim kentleri kuruluyor, tüm bilim adamları gelecek yüzyıllar için çalışıyor, biz ise yetiştirdiğimiz bir kaç nadide bilim adamımızı şaibeli bir uçak kazasında kaybediyoruz.


“Bizim CERN Isparta’da dağa çakıldı” demek istemiyorum.

12 Eylül'ü hatırlayalım sevgili de....



Hatırlayalım sevgili de…Neyi, kimin gözüyle hatırlayalım?

“Utancı bilerek yaşamak korkunç
Daha korkuncu da var; utancı bilerekten yaşatmak
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz. "

demiş usta şair Edip Cansever…

Evet, görüyoruz…12 Eylül bitti diyebilir miyiz?

12 Eylül’ün utancı halen devam ediyor…hem de bilerekten devam ediyor,

Hatırla Sevgili diyor birileri…hatırla !

Toplumsallıktan bireyselliğe, bireysellikten bencilliğe götürülüşümüzü hatırla…

15 Ağustos 1980’de New York Times gazetesi şöyle yazmış: “Türkiye’deki durum Batı açısından bir bunalım arz ediyor. Çareler araştıran Batı’nın bu bunalıma daha fazla tahammülü yok. Çünkü Türkiye NATO’nun stratejik cephesi içinde... İran’ın kaybından sonra Doğu ile Batı arasında tampon ülke...”

Özgürlüksüz, muhalefetsiz, bireyci, tekdüze, rıza gösteren bir toplum istediler.

Kurguladılar…

Toplumun hepsine bir deli gömleği giydirdiler…beyaz değil, haki rengi…

Ellerimiz kollarımız bağlı, ağzımız kapalı, ayaklarımız prangalı…

Kafalarımızı ve içindekileri de sıfıra vurdular.

Medya’yı da “bellek silicisi” ilan ettiler.

Turgut Özal demişti ki; "Türkiye'ye iki buçuk gazete yeter"…Değişen ne?

12 Eylül, Türkiye'de demokrasiye karşı otoriterizmin galebe çaldığı dönemin başlangıcı, çok renkliliğe ve çok sesliliğe karşı, “Tek Düşünce'nin zafer kazandığı”…Değişen ne?

12 Eylül’den birgün önce, yani darbeye bir gün kala, TİSK başkanı Halit Narin üretimi nasıl arttıracaklarının formülünü açıklamıştı: “DGM’ler kurulmadan üretim artmaz. Aynı Halit Narin 12 Eylül’ün anlamını darbeden sonra şöyle açıklıyordu. “Şimdiye kadar biz ağladık onlar güldü. Şimdi sıra onlarda”.

Rahmi Koç ise “12 Eylül devletin yeniden kurulması devri” idi. “Askeri yönetimin zamanında ve doğru kararlar almasıyla çok değerli zaman tasarrufu sağlandı” diyordu.

Öyle bir siyasi istikrar sağladılar, öyle bir zaman tasarrufu yaptılar ki ; Ergenekon denilen derin devlet ve darbe taklitçileri daha yeni yeni ortaya çıkıyor…İstikarara bak…zaman tasarrufuna bak… Değişen ne?

12 Eylül darbesinin izleri silinecekmiş… Halen yürürlükte ki 12 Eylül Anayasası ile mi silinecek izler?

Demokrasi alanımız mı genişledi? Hangi demokrasi ? Dış güçlerin önerdiği demokrasi mi?

12 Eylül’den bu yana adım adım inşa edilen toplum…işte hepimizin gördüğü, bildiği bu toplum…

12 Eylül’den bu yana değişen ne?

Hatırlayalım sevgili de…Neyi, kimin gözüyle hatırlayalım?

12 Eylül’ün apoletlileri hemen yanı başımızdalar…resimler yapıyor, şarkı söylüyorlar?

“Utancı bilerek yaşamak korkunç
Daha korkuncu da var; utancı bilerekten yaşatmak
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz.“

Yavaş şehirler, yavaş ve iyi yaşamlar

Sonumuza doğru dört nala koşuyoruz. Nereye gidiyoruz böyle son sürat? Biraz yavaşlasak diyorum. Herşeyi durdurup, zamanı geri sarıp, hayatı en başa alsak…

Kentsel yaşamdaki yoğun tempoya artık “dur” demenin vakti geldi de geçiyor bile…

Hızlı şehir hayatı içinde herşeyi kaçırıyor duygusu yaşayanlar, zamanı yavaşlatmak, keyfi uzatmak isteyenler, yemeğini hissederek yemek isteyenler 1986’da “yavaş yemek (slow food)" hareketini başlatmışlardı.

Yavaş yemek hareketinin kurucusu İtalyan yazar Carlo Petrini diyordu ki; "Yediklerimizin tadına varacak kadar yavaş olmalıyız. Fast food’a karşıyız".

Roma’da İspanyol Merdivenleri’nde açılan Mcdonald’s restoranını protesto edenlerin ivme kazandırdığı “yavaş yemek hareketi” , 1999 da insanın insanla "kapitalizm dışı" bir ilişki kurmasını sağlamak amacı ile “ yavaş şehir (slow city) ” hareketine dönüştü.

Yavaş şehir hareketinin çıkış noktası; vahşi kapitalizmin eninde sonunda insana yenik düşeceği fikri.

Hareket İtalya’da 30 şehirde yaygınlaştı. Daha sonra Almanya ve Avrupa ülkeleri’ndeki bazı şehirlere de sirayet etti. Yavaş şehir olabilmek ve resimde görülen salyangoz logosuna sahip olabilmek için kentin nüfusunun 50.000 den az olması ve manifesto niteliğindeki oldukça ağır “yavaş şehir” keriterlerine uygun olması gerekiyor.

“Yavaş şehir” hareketine kabul edilen kentlerde insanlar daha düşük tempoda yaşıyor, çevreye çok daha duyarlı, daha az enerji tüketiyor ve bilinçsizce bir gıda tüketimi yerine az ama öz beslenme uyguluyorlar. Kendisine, ailesine ve çevresine daha çok zaman ayırabiliyor. Çevre ve doğa ile çok daha sağlıklı bir iletişim içindeler.

Selam ve sohbetin tadını yeniden keşfeden “yavaş şehir” insanları , parklarda sokaklarda, sahillerde zamanı adeta geri sarıyor, yaşamı başa alıyorlar.

Slogan; "Yavaş yaşa, iyi yaşa"

Logo ; Salyangoz.

“Yavaş şehir” hareketi günümüzde büyük bir tabana sahip. Dünya çapında örgütleniyor, her dört yılda bir büyük bir kongre düzenliyorlar.

Yavaşlama hareketi, aşırı kazanma hırsına, katlanan karlara, tekelci kapitalizme, emeğin sömürülmesine ve insani değerlerin metalaştırılarak piyasaya sürülmesine karşı bir alternatif olarak büyüyor.

Siz de bu tip “yavaş şehir” lerde yaşamak istemez miydiniz?

Bu hız ve bu hırs yetmedi mi artık?

Müthiş kalabalıkların içinde son sürat nereye koşuyoruz?

Koşmaktan yürümeyi unuttuk… “Yaşama ruhumuzu” yitirdik.

Herşeyi hızlı, alalacele yapmaktan yorulduk…robotlaştık.

İnsani tüm ilişkilerimiz yozlaştı…kokuştu.

Duyarsız, sevgisiz, saygısız, hoş görüsüz bir toplum olma yolunda dört nala ilerliyoruz.


“DUR” demeli hıza, hırsa… “yavaşlamalı”…


________________________________________________________________________________________

(1) The Slow Movement - Making a connection
http://www.slowmovement.com/

(2) Hızla yayılan yavaş şehirler, Kaynak: Spiegel, Strans.org, Slowmovement.com, Matogmer.no, Treehugger Çeviren: Gizem Kahraman Derleyen: Zeynep Güney - Arkitera.com
http://www.arkitera.com/h34231-hizla-yayilan-yavas-sehirler.html

(3) Yavaş Kent - Adil Gürkan / Turizm Gazetesi
http://www.turizmgazetesi.com/articles/article.aspx?id=39313