27 Oca 2011

Facebook, Twitter, Google insanları salaktivist mi yapıyor?

Sosyal ağlardaki “kalabalık etkisi” ile oluşan kollektivist sanal yaşamın toplumsal gücü artıracağı düşünülürken tam tersi toplumu iyice ayrıştırdığı ve bireyleri yaşamdan izole ettiği görüşü ağırlık kazanmaya başladı.

Son günlerde dünyada bazı etkin sosyologların tartışma konusu haline gelen “siber şüphecilik (cyber-scepticism)” ve “birlikte yalnız(together alone)” kavramları ile ilgili olarak yayımlanan makaleler ve kitaplarda artış gözlemlenmekte.

Guardian’da Paul Harris tarafından kaleme alınan yeni bir makalede “sosyal ağlardaki insanların siber-şüphecilik eğilimlerindeki artışın, insanları birleştirme yerine daha da ayrıştırdığına” dikkat çeken görüş ve kitaplardan söz edilerek, Facebook ve Twitter’in insanları yalnızlaştırıcı, gerçek yaşamdan izole edici etkileri konusunda sosyal ağlara karşı akademik atakların hızlandığından bahsedilmiş. (Paul Harris, Guardian 22.01.2011)

Sosyologlar, Twitter, Facebook ve anlık mesajlaşma servislerindeki yoğunlaşmayı bir çeşit “modern delilik” olarak nitelendirerek, insanların bu çılgınlıktan ne şekilde etkilendiklerini ve bu etkilerin sonuçlarını yorumluyorlar. MIT profesörü Sherry Turkle, “Together Alone (Birlikte Yalnız)” isimli kitabında sosyal ağlara karşı bir savaş başlatmış durumda. Modern deliliğin bir patolojik bulgu halinden çıkarak insanların tipik davranışları haline dönüştüğünü, teknolojinin insan yaşamını ele geçirdiğini ve sosyal ağlardaki paylaşımların “insanları daha az insan” yaptığı görüşünü savunuyor. Siber-gerçeklik içinde insanların gerçek yaşamda sadece kötü bir taklidinin kaldığını, insanların gerçek yaşamdan izole olduğunu ifade ediyor.

Sosyologların üzerinde durduğu diğer bir konu ise; Google’ın insanları aptallaştırması ve düşünme gücünü yok etmesi. Google üzerinden bilgiye bunca kolay ulaşım, insanların araştırmacı yönünü yok ediyor, düşünme tembeli haline getirerek aptallaştırıyor.

“Slacktivist”…sosyal ağlarda yeni insan tiplemesi. “Slactivist bir nesil yetişiyor” diyor uzmanlar. Biz buna “salaktivist” de diyebiliriz. Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde oturduğu yerden dünyayı kurtaracağını sanan insanlar topluluğu! Gruplara katılımlar ve paylaşımlar ile neyin ne olduğunu anlamadan, bilmeden bir fikri ya da görüşü savunan “kalabalık etkisi” altında kalmış insanlar. Tüm bunlar “modern delilik” kapsamında değerlendirilmekte. Ayrıca slactivizm insanları beyin tembeli yaparken, slactivistlerin tıkları devasa bir sosyal ağlar ekonomisi yaratıyor.

Tamam, sosyal ağlarla iletişim, internet, bunların hepsi olması gereken şeyler ancak bizler sosyal ağlardaki iletişimlerin bizi azaltmasına daha fazla izin vermemeliyiz. Modern deli olmak istemiyorsak daha ilham verici, geliştirici, kalabalıkların içinde yalnızlaştırıcı değil bireysel olarak gücümüzü daha çok hissettiren iletişimlere ihtiyacımız olduğunu eni konu düşünmeliyiz.

Sosyal ağlarda iyi bir paylaşımcı olmak değil, gerçek yaşamda iyi bir insan olabilmek daha önemli. Bilgili görünmek yerine gerçekten bilgili olmak entelektüel geleceğimiz için gerekli.

Bir cafede oturup laptopundan ya da iPhonundan sosyal paylaşım sitelerinde üleşerek sosyal olmaya çalışan bir insan, ne içtiği kahvenin tadına varır ne de etrafındaki insanların ne de sahici yaşamın…Keza evde de aynı şey söz konusu!

Sahiden var olanın peşinden gitmek yerine bir camın arkasından görünene koşmak bizi azaltıyor, insanlığımızı yok ediyor, sanal zombi yapıyor…üstüne de “salaktivisit” oluyoruz.

Modern deliliğe dikkat…!

3 Oca 2011

Yılbaşı'nda çöp toplayan adamla birlikte çöpten nefes topladım

Ne mutlu, ne güzel, ne hoş bir görüntü, ne kadar medeni! …Nişantaşı’na kırmızı halılar serilmiş, Abdi İpekçi Caddesi boydan boy kırmızı halı, her yer ışıl ışıl, her yerde yılbaşı süslemeleri. Nişantaşı pür makyaj, yılbaşı makyajı. Yakışmış doğrusu, hakkını vermek lazım, Paris’in Şanzelize’sinin tıpkısının aynısı olmuş.

Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, bu yılbaşı makyajı için açmış kesenin ağzını, diyor ki “arkadaşları sırf inceleme yapsın diye Paris’e gönderdim”, arkadaşlar da hakkını vermiş, abartının dibine vurmuşlar…güzel, güzel.

Yok, seçkin elitistler diye sosyolojik irdeleme yapmayacağım… derdim Nişantaşı’ndaki yılbaşı makyajı ve yılbaşı eğlenceleri değil, sonuçta severiz debdeyi, şaşayı, gösterişi. İstanbul’u böyle göstermek isteriz, siyah üstüne taktığı kırmızı kaşkolü ile afralı, tafralı.

Bir arka sokağına, hadi üşenmeyin biraz daha ilerisine gidin, o afra tafra aniden tuhaflaşır, neşeli çığlıkların yerini ritmik bir sessizlik, şıkırtının yerini solgun bir beniz alır, grilik kol gezer yılbaşının arka sokaklarında. Evlerden portakal, mandalina kabuklarının kokusu, belki de bir beyaz leblenin ağızlardaki tıkırtısının sesi gelir.

Normaldir !… bu dünyada her yerin bir seçkini bir de düşkünü vardır, İstanbul’da da vardır, Şanzelize’de de.

Ortak yanları yok mudur, elbette vardır…hepsi de “yeni yılda sağlık ve mutluluk” dilerler birbirlerine, seçkin de sevinir, düşkün de…niye sevinilir onu da anlamış değilim, bir yıl bitti yeni bir yıl geldi diye. Sonrada serzenilir “Ne zaman yaşadım bunca yılı, ne zaman tükettim?”, tuhaf doğrusu…

Derdim ne Nişantaşı, ne yılbaşı makyajı, ne de portakal kabuklarının kokusu. Derdim başka…

Yılbaşı gecesi yani dün gece, biraz da sıkıntılıyım, hatta birazdan da öte…bir dolu sorun, bir dolu düşünce beynimin içinde cirit atıyorlar. Zaten 2010’a çok kötü girdim, öyle de sürdü. Şükür yani nefes alıyoruz, tamam da, nefes alabiliyor olmakla hallolmuyor işte, nefesin yanında moral de lazım insana. Bir gün sonrasında neyle karşılacağının belirsizliği içinde olunca dar geliyor bazen evin de yaşantın da. Ortada uzayıp giden dar ama taşlı bir yol, sonunu göremiyorsun, haliyle endişe modunda yaşıyorsun.

Tam da böyle bir ruh halindeyken dışarıda birden bire havai fişekler patlamaya başladı, 2011’e giriyor insanlar. Ben bu sıfır noktasında kalayım istiyorum, bir saniye bile geçmesin ne olur.

Kopuk, havai fişeklerin patırtısından yaprak gibi titriyor balkonda. Zavallı hayvan, o kocaman kapkara cüssesine bakan da korkar. Korkunun cüsse ile alakası yok tabii ki, korktun mu korkuyorsun işte…ne kadar güçlü görünsen de endişelere engel olamadığın gibi. Zaten iyice birbirimize benzemeye başladık.

Kendimizi sokağa attık, biraz hava alalım, daralan nefesimizi genişletelim diye. Karşıdaki parkta birkaç genç bira içiyorlar, müzik dinliyorlar, kendilerince eğleniyorlar. Sokak ıssız, evlerde portakal yemeye devam ediyor insanlar, yılbaşı portakalları, yanında beyaz leblebi de vardır belki.

Bir karartı var çöp konteynırının yanında, eski püskü bir bisiklet, her yanından torbalar, bişeyler sallanıyor. 30-35 yaşlarında suratını seçemediğim bir adam, çöpten kağıt, plastik şişe v.s topluyor.

- iyi geceler hemşehrim…

Mutlu yıllar diyemiyorum, çünkü tepkisiz duruyor ve çöp ayrıştırmaya devam ediyor. Saat yarımı geçiyor ! Sonra birden bire bire sesleniyor,

- abla köpeği tut, salma sakın!

Kopuk haliyle hareketlenmiş durumda, karanlıkta beni koruyor, içgüdüsel.

- yok salar mıyım hiç yaa, bereketli mi bari?

- var abla işte bişiler...

- ya sana mutlu yıllar dicem de tırstım valla, öyle sessiz kalınca...

- sana da mutlu yıllar abla... (ilk defa çöp karıştırmayı bıraktı, bana baktı)

- kusura bakma, gecenin bu saatinde ne işin var kardeşim çöplerin içinde, tamam anlıyorum ekmek paran da, yani, bu saatte?

- sen ne arıyon abla sokakta, köpekle bi başına!

- hiiççç, nefes almaya çıktık, bunaldıkta...

- ben de nefes topluyom abla, aç kalmamak için nefes topluyom...

(!!!)


- hımm anladım, topla topla hadi, bin nefes olsun sana...

- sağol ablam, hadi sen de evine dön, iti uğursuzu dolanır bu saatte...

- sen de sağol...

Eve döndüm, televizyonda dünyanın her yerinden yılbaşı görüntüleri vardı, İstanbul’dan da…eğlenen insanlar, ışıltılar, havai fişek gösterileri, alkolün dozunu kaçıranların hali, şarkılar, çümbüşler, kırmızı halıların üzerinde zıplayanlar.

Behey insanoğlu, insankızı!

Bildikleriniz yanıldıklarınıza yetmiyor…bi kendinize gelin!


Yattım, uyuyamadım tabii…

(Çöp toplayan adama selam olsun)