13 Ağu 2010

YAŞ kararları ordu ve demokrasi adına bir kazanımdır

Yüksek Askeri Şura(YAŞ) sürecinin sonucunu “Erdoğan kazandı” olarak yapılan değerlendirmelere katılmıyorum ve yanlış buluyorum. Eğer ki bir kazanım söz konusu ise bu “ordu ve demokrasi” adına bir kazanım olarak algılanmalıdır.

Bugüne kadar “teamüller” ile iş başına gelen askeri bürokrasinin sorgulanamazlığı ve denetimsizliği, ordunun kendi içindeki yıpranmışlığının ana nedenidir ve bu yıpranmışlığı yok edebilmek adına ordu için bir kazanımdır.

Gelişmiş demokrasilerde, ordunun siyasi iktidarı tayini değil, siyasi iktidarın orduyu tayini esastır, bu anlamda da demokrasi adına bir kazanımdır.

“Teamül”; öteden beri olagelen alışılmış davranışlardır ancak bu davranışların doğruluğu nedense hiç tartışılmaz. YAŞ kararları teamüllere göre alınır, belli bir silsile içinde atamalar ve terfiler olur biter, iktidarlar da bu kararları gözü kapalı onaylar(dı).

Kimse 25 yıldır süren terörle mücadelede başarısı artık alenen tartışılan bir ordunun yönetim kademesine itiraz etmez, edemez(di)…

Kimse, kadrolarında siyasi sivil iktidarlara darbe yapan ya da darbe planlayan, Genel Kurmay’ın desteğindeki internet sitelerinde alenen siyasi iktidara karşı propoganda yürüten, iliklerine kadar siyasete bulaşmış, her nedenle olursa olsun bir adli soruşturma içinde yer alan subay ve generallerin atama ve terfi kararları asla irdelenmez ve sorgulanamaz (dı)…bu da siyasi iktidarların askeri bürokrasi karşısındaki teamülü idi, zaafiyeti idi.

Bugüne kadar, belli ististisnalar dışında bu hep böyle süre gelmiş, “teamül” gereği atanan 367 general yönetimindeki TSK, NATO içinde “en hantal ordu” ya dönüşmüştür.

Peki; askeri teamüller yerine doğru olan nedir? Yasalar doğru olanı zaten belirlemiş…“atamalar tamamen siyasi iktidarların görevidir, YAŞ’ın böyle bir yetkisi yoktur”…

Genel Kurmay Başkanı olabilmek için ilk koşul “orgeneral veya oramiral olmak, kara, deniz veya hava kuvvetlerinden birinde komutanlık yapmış olmak”, ikinci koşul ise “bu şartları sağlayan herhangi birinin Bakanlar Kurulu tarafından teklif edilmesi, Cumhurbaşkanı’nın da onayından sonra atanmasıdır”.

Kuvvet Komutanları’nı ise Genel Kurmay Başkanı “uygundur” görüşü ile Başbakan’a teklif eder, Başbakan’ın da “uygundur” imzasından sonra Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulur ve bu aşamadan sonra “uygun” görülürse atanırlar. Yani Kuvvet Komutanları’nın belirlenmesinde de YAŞ’ın bir yetkisi yoktur.

“Teamüller” e göre değil, “yasa” ya göre atamalar bu şekilde belirlenmiştir…teamüller her zaman doğruyu işaret etmeyebilir, demokratik bir hukuk devletinde yasaları her seferinde teamüllere göre işlettiğiniz de “yanlış” sonucu elde etmek kaçınılmaz hale gelir. Teamüller, yasanın önüne geçmemelidir.

Bugün yapılan “siyasi iktidarın tercih ve onayı ile YAŞ atamalarının” gerçekleşiyor olmasıdır.

Hasan Iğsız Paşa’nın durumu ile ilgili olarak keşke YAŞ sürecine kadar beklenilmeden, eğer ki bir suç var ise YAŞ’tan önce bu durum sorgulansaydı, tüm atama ve terfilerle ilgili olarak TSK ile uzlaşma sağlanmış olsaydı…bu da siyasi iktidarın zaafiyeti ve beceriksizliğidir. Ak Parti iktidarının, değişim ve demokratikleşme sürecindeki adımlarına ciddiyetsizlik gölgesi düşürmektedir. Nasıl ki TSK atamalarında, siyasi iktidarların söz sahibi olması demokratik bir ülkede normal olan ise yargıyı siyasete alet ediyor olmamakta ileri demokrasilerin gereğidir.

Evet, normal olanı bulmak Türkiye gibi demokrasilerde bir hayli zor ve sancılı, her süreç “kriz” olarak nitelendirilebilir ancak YAŞ kararlarını “Erdoğan kazandı” olarak yorunlamak son derece yanlış…Doğru olan yapılmıştır...siyasi iktidar, generallerin atamalarını demokrasilerde olması gerektiği şekilde yapmıştır ve sonuçlanacaktır da. (Iğsız Paşa’nın durumu hariç, daha önceden bu aşamaya gelmemesi için gerekli soruşturmanın yargı tarafından başlatılması en doğrusuydu)

TSK, kendi içindeki cuntacı zihniyeti elimine etmeli, terörle mücadeledeki başarısızlık gölgesini ortadan kaldırmalıdır. Eminim ki TSK'da son derece iyi eğitimli ve gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi siyasete bulaşmamış pırıl pırıl subaylarımız var ve hatta çoğunluktalar…TSK bu subaylarımızla yıpranmışlığını aşabilir ve her zaman halkın güvenini devam ettirebilir, yeter ki halkın her ne olursa olsun seçtiğini, başarısız olması durumunda yine halkın gönderebileceğini gerçeğini kabullenebilsinler. Siyasi iktidarlar halkın oyları ile gelip giderler ama TSK her zaman “en saygın” haliyle halkı ile bir bütün olmalıdır.

TSK, sivil iktidarlara bağlılığı hazmetmelidir, daha da yıpranmasına engel olmak için gelişmiş demokrasilerdeki benzerleri gibi davranmayı “zihniyet” haline getirmeli, askeri bürokrasiyi aşarak değişime katkıda bulunmalıdır.

Bu doğrultuda; YAŞ atamaları sürecini bir kriz değil, “ordu ve demokrasi” adına bir kazanım olarak algılıyorum…

1 Ağu 2010

Kardeşi kardeşe kırdırır bunlar; Ergenekon ve asalakları çetesi yine iş başında

bunlar, bilgisayar oyunlarındaki kötü anime karakterler gibi her ortamda her an ortaya çıkarlar, gözlerinden her bir yanlarından ateş saçarlar…

boğuşursun, yenmeye çalışırsın, tam yendim dersin bir de bakmışsın ki yeniden gözlerinden ateş fışkırtarak orta yerde duruyorlar…bitmezler, özellikle bitirilmezler, çünkü gözlerindeki hain ateşten hem kendileri hem de asalakları beslenir…

kendileri gibi düşünmeyenlere fışkırtırlar ateşlerini, kendilerine benzemeyen ya “göbeğini kaşıyan bidon kafalı” dır, ya da “vatan haini”…bu üç kelimeyi hayatlarından çıkarırsan başka da konuşacak bir laf bulamazlar…

geçerler köşelerine basarlar tetiğe…”ayrışmaya ağzımızı alıştıralım” derler, “bizim gibi olmayanlarla aynı topraklarda yaşamak zorunda mıyız” diye kışkırtıcı bir soru ile, tazecik gençlerin beyinlerine sokarlar fesatlarını…

onlara kalsa kendi gibi olmayanlar, düşünmeyenler bir bir sallandırılmalıdır dar ağaçlarında, sallandırılmaladır ki hep kendileri iktidar olsun, dağdaki çobanın oyu ile iktidar olanları istemezler bu topraklarda, çünkü dağdaki çoban nasıl olsa sadece bir dilim ekmeğe eyvallah der, dağdaki çobanın seçtiği iktidarın onlara ne faydası olabilir ki…

avanesini generallerin, gözü doymaz ihtiraslı siyasetçilerin, ne idüğü bilinmez istihbaratçıların, mafia babalarının, çakma ülkücülerin, uzaktan güdümlü uyduruk solcuların, gazetelerin en şanlı köşelerinin ve hatta hukukun üstünlüğünü değil hiçliğini savunanların oluşturduğu bir “anime karakter çetesi” kurar ve “öztürk” edası ile dolaşmaya başlarlar, tanrı onları devletin kirli işlerini halletsin diye taaa ergenekonlardan göndermiştir buralara ve başlarlar gözlerinden ateş saçmaya…

devletin bittiği yerde onlar başlar, kendilerinden ala devlet olamayacağına öyle inanmış ve öyle gözleri dönmüştür ki bu uğurda karmaşa yaratmak, öldürmek, yok etmekten başka bir şey düşünemezler…ne zaman ki bu topraklarda dağdaki çoban da insanca yaşamak istese, ne zaman ki bu topraklar biraz değişime biraz demokrasiye meyil etse binerler hemen tepelerine, ya darbeler ya provokasyonlar gelir peşi sıra…

altı yedi eylül, sağ – sol kamplaşmaları, çorum, kahramanmaraş, sivas, taksim, oniki eylül, yirmisekiz şubat, yirmiyedi nisan, dağlıca, bingöl, taşdelen, şemdinli, güngören, hrant, santora, aktütün, reşadiye, inegöl, dörtyol gibi bu toprakların bu sayfaya sığmayacak kadar çok utanç tarihini yaratacak kadar vicdansız ve gözleri dönmüştür…

olmayacak şekilde birbirlerine destek verirler, yeter ki onların istediği iktidar olsun, onlara yaramayan yok olsun…bir terör örgütü ile birlikte hareket etmekten bile utanmazlar, zıtların birliğini kurar vicdansızlıklarına devam ederler…

kendi devlet üstü iktidarlarını tehlikeye sokacak anayasa değişikliğine ya da yeni bir anayasaya "hayır” dedirtmek için kardeşi kardeşe kırdırırlar bunlar, bıyığı yeni terlemiş gençleri dökerler sokaklara, ya da çocukların eline taşına verip salarlar ortaya…onlar için her şehit kanı kendi kötü emellerine ulaşmada bir araçtır, öylesine gözleri dönmüş, öylesine gözlerinden ateş fışkıran anime şeytanlar haline dönüşmüşlerdir…huzur, barış, demokrasi, istikrar onların baş düşmanıdır, hiç işlerine gelmez…

bu toprakların dünyaya açılma çabalarının, kendi ayrıcalıklı konumlarını tehlikeye düşüreceğinin farkındalar, isterler ki bu topraklar ve üstündeki yaşayanları içine kapansın, öz güvenlerini yitirsin, geleceğe endişe ile baksın, kendi gibi düşünenler de istediği gibi at koştursun…çocukların bile artık inanmadığı komplo teorileri ile korku imparatorluğu yaratıp, ya irtica ya da bölünme korkusu salarak nemalanır da nemalanırlar...

uluslararası silah tüccarlarına “mümessillik” adı altında bu toprakları peşkeş çekmek, gözünden ateş saçan bu anime kötü karakterler için asli görevdir, bu yüzden dönüpte terör örgütüne silahları bırakın demek hiç işlerine gelmez…

kötü emelleri için yıllardır cinayetler işlemekten geri kalmayan bu anime kötü karakterler çetesi inegöl ve dörtyolda yine iş başındaydı…bu ergenekon ve asalaklarına “dur” demeden ve bunları yargılamadan, kardeşçe ve bir arada yaşamayı başaramayız…

vicdanımız ve insanlığımız bunlara izin vermemeli…

vicdan penceremden baktığımda, anayasa değişikliğine “yetmez ama evet” diyorum…

“evet”, çetelerden hesap sorulabilmesi için de bir adım olacak…

SANTO Caffe, Antalya’da sevimli ve akdenizlice bir keyif

Akdeniz insanı için, havası gibi sıcak, duygusal, değişken, misafirperver derler… hayattan keyif almayı bilir Akdeniz insanı, çoşkuludur, tutkuludur, biraz da tembel.

Akdeniz çanağının insanları lezzetli yemekleri ve keyifli sofraları severler. Mesela İtalyanlar…sanki yaşamın sırları o meşhur “spagetti” de gizliymişçesine, yanına “napolitan” diye müzikal bir isim ekler ya da “bolonez” gibi bir gizem katarlar. Bildiğimiz makarnayı kırk çeşit atraksiyonla sunarlar, otların bilimumundan öyle bir salata hazırlarlar ki yemek litaratüründe baş köşeye kurulurlar…halis zeytinyağı ile tatlandırılmış bir akdeniz salatasına kim hayır diyebilir ki? Ya enfes tramisu pastası , üstüne de bir italyan “caffe” si. Şarap kültürü ve ritüelinin de hakkını vermek gerek şimdi…seviyorum İtalyan’ların yemek keyfini, yemek hazırlarken ya da servis ederken, ya da hep birlikte yemek yerken ki samimiyet ve coşkularını…

Geçenlerde bir arkadaşım dedi ki “seni çok sevimli, çok özgün, İtalyan cafe bistro tarzı bir yere götüreceğim, tabii ki memnuniyetle olur dedim ama bir yandan da düşünüyorum Antalya’da böyle bir yer nersi olabilir diye, hiç gözüme çarpmadı. Hele Işıklarlar Caddedi’nde demesin mi? Yok artık, caddede bira kültürünün arabesk versiyonu her köşeyi kaplamış durumda, gerçi son zamanlarda caddenin görüntüsü bir hayli değişti, daha bir renklendi, şenlendi, güzel oldu ama bir İtalyan cafe bistrosu?...yeni açılmış, Işıklar caddesinin denize birleşen ucunda.

Akdeniz’de Antalya’da samimi ve özgün bir İtalyan cafesi…SANTO Caffe

İç mimar Cem-Emel Çevikbaş çifti, tüm maharetlerini, tüm içtenliklerini ve de olanca sevimliliklerini emekleriyle harmanlayıp bu şirin mekanı yaratmışlar. Bu arada halkla ilişkilerinden sorumlu aynı zamanda sanatçı Olgan Gür’ün de katkıları yadsınamaz, hani derler ya hepsinin saçının teli sallanıyor her köşesinde…Santo Caffe’de “sıcak sanat ve sıcak malzeme” kullanılmış, tipik bir sıcak Akdeniz’li mekan olmuş…yerlerde Da Vinci’nin eskizlerine hitaben el yazıları, tavanda ise oturduğunuz sandalyenin, yemek yediğiniz masanın, dinlenme ve sohbet koltuklarının, ya da cafenin elektrik tesisat projesinin eskizleri yani tasarımdan yaşama geçmesine kadar ki her an naif çizgilerle anlatılmış…iç mimari tasarım ve uygulama çok Akdeniz’li olmuş.


Su, sapsız bir sürahide, sürahinin ağzına küçük bir yeşil elma kapatılarak servis edildiğinde, SANTO Caffe’de henüz bir şey yemeden bile yemeklerin ne kadar lezzetli olabileceğini tahmin ediyorsunuz…zaten oturduğunuz anda o sevimlilik ve sıcaklık öyle bir hissediliyor ki bildiğimiz makarnaya spagetti bile demiş olsalar,yanına da napolitan eklemiş bile olsalar, o makarnaya güveniyorsunuz artık :)…masalardaki fesleğenler şirin mi şirin, hem fesleğen hem akdeniz kokuyorlar…üstüne içtiğiniz “caffe” , hakiki kahve, Akdeniz’in tadına ve kokusuna göz kırpıyor…türk kahvesi de var ama bence onu burada içmeyelim, her şey yerinde güzel.

Ucuz, öyle el yakmıyorlar, cebinizi de alıp götürmüyorlar, “caffe” lerine güveniyorlar, uygun fiyata Akdeniz keyfini yaşatıyorlar…Antalya’nın rant kokan sokaklarına ve mekanlarına benzemiyor burası…farklı, özgün ve özgüvenli bir mekan. Emek verilmiş hem de çok…ellerine, yüreklerine sağlık.



SANTO Caffe…güzel bir yemekti, hatta enfesti…hele kahveye bayıldım, yanında sohbeti de bonus,güzel insanlarla dostlarla daha da keyiflendik.

Ben çok beğendim, Antalya’da bir Akdeniz’li, sevimli bir İtalyan…

Gidin, görün, yemek keyfini ve “italyan caffe” sini Akdeniz’de Akdenizlice yaşayın derim…








SANTO Caffe- Antalya Işıklar Caddesi, Cender Hotel karşısı

SANTO Caffe - facebook grubu