23 Ağu 2011

Arıza tiplerle hiç işim olmaz

Bundan sonra böyle…hatta epeyden beridir böyle.

Yakın çevrenize, uzak çevrenize şöyle bir bakın…”arıza” yatkınlığı olan ya da direk “arızaya geçmiş” ne çok insan var.

Bu tipleri ferkedemeseniz bile, onlar kendilerini zorla gösterirler.

Ama sisteme aykırı düşmüş ve bu aykırılığı nedeniyle baya bişi olmuş arıza tiplerden, mesela Salvador Dali gibi arızalardan bahsetmiyorum.

Full time arızalara sözüm olmaz, önlerinde en derin saygılarımla eğilirim. Biz bu full time arıza tiplere “uçuk” da diyebiliriz ki bence insana ve topluma zararları dokunmayacağı tam tersi faydalı oldukları kanaatindeyim. Bi de bu tipler arızalarının farkındadırlar, ona göre salınırlar orta yerde, dünyamızı renklendirdikleri bile söylenebilir.

Başa bela olan, günlük, anlık arıza tiplerden söz ediyorum. Derdim part time arıza tipler, gelgit akıllılar.

Bu part time arıza tiplerin beyni zaman zaman kısa devre yapıyor, bazen ya vidalar yalama yapmış oluyor ya da kullanım süresi dolduğu için arıza çıkarıyor. Sürekli bir “error” durumu söz konusu olmasa bile, “error” çıkardığında o an karşısında kim varsa, onu da her an “error” çıkartabilecek duruma getirmekten büyük bir keyif alıyorlar.

Bir kere kayış kopmaya görsün, tutabilene aşk olsun!

Tam bünyeyi huzurlu bir yolculuğa hazırlamışsın, gün güzel, dün güzeldi, yarın daha da güzel olacak modundasın, keyif keka… o derece yani, hani kimse bozamaz.

Yolda yürüyorsun, otobüstesin, ofistesin, evdesin ya da ne bileyim keyifli bir sohbettesin, blog milog yazmışsın, feystesin…hayata bi şekilde karışmışsın.

Sanıyorsun ki hiç bişey bu keyifli karışmışlığı sekteye uğratamaz, di mi?

Ne büyük yanılgı! Arıza tipler her an her yerdeler! Bir anda karşına çıkarlar ve o güzelim modunu, havanı alaşağı ederler, beynine blink, blink öyle bir arıza sinyal gönderirler ki, “çattık yine nezleye” dersin.

Nerden çıkarlar bilinmez, ne kadar da çoklar, mantar gibi türerler anında…

Sürekli olumsuzluk, sürekli şikayet, sürekli mutsuzluk cümleleri. Bazen bilmişlik, bazen anlamsız anlamsız, abuk sabuk eleştiriler, öğretmenimsi tavırlar, daha olmadı tehditkar laflar, sözler. Her şeyin en doğrusunu onlar bilir, en adil onlardır, herşeyin enidir onlar.

Öyle bir laf ederler ki, bulaşmayım diye yanıt da vermezsin, bütün enerjini alır, kemirir bitirirlerler.

Genelde bu arıza tipleri ya kimse anlamıyordur, ya da o kimseleri anlayamıyordur.

Kıskanç arızalılar vardır mesela, yeni bir şey alırsın, önce güle güle giyin denir, di mi? Yokkk, ay bunu kaça aldın, ben aynısını şurada şu kadar paraya budum da almadım, herkesin üstünde! Hay senin arızana…bulunmaz hint kumaşı arızalı seni!

Bir fikir öne sürersin, beyninde arıza durumu var ya, hiç alakasız yerden girer , alakasız bir yorum yapar. Error modu süper seviyede, herkesi kendi gibi zanneder, yargılar, idam eder, kelle gitti…tamam, oh rahatladı!

Bir de üstüne demez mi ‘sorun bende değil ama, sende’…e pes yani, yüzsüzlüğün daniskası…hiçbir şey olmamış gibi, ertesi gün kaldığı yerden devam.

Kendisi yamuk ya ona göre karşısındaki de yamuk, düzeltecek aklı sıra.

Bu arıza tipler genelde silik oluyorlar, topluma karışma zorlukları var ya da hayatlarında mutlaka çözemedikleri problemleri var, genelde aşağılık kompleksli ve kendine özgüvensiz. Artık ben böyle değerlendiriyorum. Sevmeyi de bilmiyorlar, kendilerini bile sevmiyor bu tipler. Sevseler bile sevdiklerini belli etmiyorlar, bu ne arıza yarabbim!

Bu part time, gelir gider arıza tipleri değiştiremezsin de, ne anlatsan, ne konuşsan boş…fikri sabittir. Değişince mutsuz olacağını zanneder.

Offf, yazarken bile ruhumu daralttılar…aman aman benden uzak olsunlar, hiç uğraşamam.

Arıza tiplerle işim olmaz! Başa bela bunlar ! Hele, bu saatten sonra hiç çekemem…

PKK iç savaşa oynuyor, ya iktidar?

PKK bir kırılma sürecindedir. PKK içinde savaştan yana olan şahinler kanadı, yönetimi tamamen ele geçirmiştir, Ergenekon terör örgütü ile ilişkileri olduğu ve Apo’nun liderliğinin sıfırlandığı apaçık ortadadır.

Kürt ulusalcıları diye de tanımlanan bu şahin kanadının amacı nedir?

İktidarın Kürt sorunu için yetersiz de olsa attığı adımlar, barış konseyi kurulması önerileri, devletin Öcalan’la ya da Öcalan’ın devletle uzlaşma durumuna gelmesi, Kürt ulusalcılarını neden bu kadar rahatsız ediyor?

Kürt sorununda çözüme yaklaştıkça, mutabakatlar elle tutulur gözle görülür hale geldikçe, tasfiye olacağından ve vesayeti altına almak istediği Kürt tabanını kaybedeceğinden korkan PKK, şiddete yönelerek terörist saldırlarının dozunu artırıyor. Demokratik alan büyümemeli ki PKK dağdaki meşruiyetini koruyabilsin. Ayrıca işin ucunda milyonlarca dolarlık uyuşturucu rantından olmak da var.

Diğer tarafta, devletin içindeki derin çeteler de AK Parti iktidarına savaş açmış durumda. Bu anlamda PKK’nın derinleri ile yıllardan beri yaptıkları gibi ortak hareket etmekte bir sakınca görmüyorlar. Ya birlikte hareket edeceklar ya da demokratik süreç geliştikçe birlikte yok olacaklar. Derin PKK ve derin devlet bunun son derece farkında.

PKK’nın amacı Kürt sorununu çözmek değildir. PKK’nın amacı ve planı Kürt sorununu derinleştirerek çözümsüzlüğe sokmakve kendi gücünü Kürt halkına dayatmaktır. .

Bu nedenle PKK şimdi iç savaşa oynuyor.

Amaç Kürt halkı ile iktidarı ve güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmek, askeri operasyonların şiddetle sürmesini sağlamak , bölgede olağan üstü hal ya da sıkıyönetim ilan ettirmek, tutuklamalar yaptırtmak, Kürt ve Türk halkını birbirlerine kışkırtarak kaos ortamı yaratmak ve tüm bunları sonucunda iktidarın elini zayıflatarak bölgedeki gücünü azaltmaktır. Korkarım kısa bir süre sonra şehirlerde de terör eylemlerini artıracaktır.

PKK’nın hedefleri arasında polis de var. Bölgede terörle mücadele için planlanan polis gücünü Kürt halkına karşı silah sıkmaya ve şiddete zorlayacaktır. Hesap, iktidarı şiddetine ortak etmek ve Kürt halkına dönüp ‘bak devlet sadece bana değil artık sana da kurşun sıkıyor’ diyebilmektir. PKK’yı Kürt halkının tek savunucusu olarak göstermektir.

Yani PKK, muhtemel bir “Kürt Baharı” hazırlığında. Ama bu gerçekten Kürt halkının hak ve özgürlükleri için değil, terörün insanlar ve iktidar üzerinde yaratacağı panik ve korku duygusunu istismar ederek “var olma” çabası için diyebiliriz.

Peki, PKK’nın bir iç savaş planı içinde olduğunu bizzat Başbakan ifade ettiği halde, PKK’nın bu iç savaş oyununun nedenlerini algılamakta bir problem mi var acaba? İktidar tıpkı demokratik açılımı iyi yönetemediği gibi PKK’nın iç savaş kozunu oynaması konusunda stratejik bir algı hatası yapıyor, savaş tamtamları ile PKK’nın üstüne gidiyor.

PKK, Başbakan’ın tehditine kulak asmayacak kadar terör deneyimli. Başbakan, PKK’nın kılıç kuşanmış kendisini beklediğinin ve üstüne saldırtmak istediğinin farkında değil mi?

Her gece sınır ötesine F-16 ları yolluyor, en son teknolojik silahlarla barakalar, mağaralar bombalanıyor, 40 yıllık deneyimli bir terör örgütüne düzenli ordu ile savaş ilan ediyor! PKK’nın liderleri de Suriye’de, Irak’ta, İran’da villalarda savaşı keyifle izliyorlar.

Bu durumda yapılması gereken, bu oyunu, PKK’nın provokasyonunu bozmak değil midir?

Bu çaresizliğin ve beceriksizliğin ifadesi değildir de nedir? Bu PKK’nın ekmeğine yağ sürmek değildir de nedir?

Güçlü ve demokratik bir iktidar, PKK’nın iç savaş oyununa gelmemeliydi ! Demokratik çözüm sürecini cesaretle ve kararlılıkla sürdürmeliydi...Meclis tatil yapmak yerine yeni anayasa için acilen çalışmalıydı!

Terör neden tırmanıyor? PKK kırılma noktasında mı?

12 asker daha şehit oldu!

Şiddetin ve terörist saldırıların hızla tırmanacağının sinyali seçimler öncesinde gelmişti…BDP’li Aysel Tuğluk bir konuşmasında diyordu ki ‘Felaketimiz eşikte duruyor. Kürt meselesiyle ilgili olan herkes bilebilir ki, ağır ağır değil, hızlı hızlı sıfır noktasına doğru gidiyoruz. Çok kötü şeyler olacak’.

Bu söylemi ciddiye almak gerekiyordu. Zira konuşmanın akabinde ve seçimlerin hemen öncesinde terör eylemleri ve askeri operasyonlar yeniden hız kazandı. Diyarbakır’da asker ve kamu görevlilerinin kaçırılması ile başlayan yeni terör eğilimi Silvan’da 13 şehit ve bugün Çukurca’daki 12 şehit ile devam etti.

BDP, PKK'nın bir kırılma noktasına geldiğinin farkındaydı. Meclis’i boykot kararının bu kırılma farkındalığı ile ilgisi var mıydı yok muydu tartışılabilir ancak PKK içinde birkaç senedir yaşanan saflaşmalar ve seçimler sonrasında terör örgütü içinde iyice gün yüzüne çıkan güç mücadelesi, terör sorununda da kırılmaya neden olmuştur.

Halbuki seçimler öncesinde Abdullah Öcalan çok net olarak diyordu ki “ barış konseyi için anlaştık, devrimci halk savaşına gerek kalmadı’. Ancak bu söylemin hemen ardından Silvan baskını, 13 şehit haberi ve tek taraflı demokratik özerklik ilanı geldi.

İşte PKK’nın ve terörle mücadelenin kırılma noktası budur. PKK, Öcalan’la devletin yapmış olduğu anlaşmayı kabul etmemiştir. Bu nokta aynı zamanda Abdullah Öcalan’ın liderliğinin sıfırlandığı noktadır.

Şimdi herkes Başbakan’ın aniden değişen tavrını ve ‘ bıçak kemiğe dayandı’ sözünü, PKK’nın son saldırılarını ve barışçıl çözümden neden vazgeçildiğini anlamaya çalışıyor.

Peki kim bunlar? PKK içinde, Öcalana’a rağmen, savaş isteyener ve barışçıl çözüme yanaşmayanlar kimler? PKK içindeki bu farklı fraksiyonlar ne yapmak istiyorlar?

PKK’nın içinde şu anda etkin olan iki kanat var. Bunlardan birincisi Murat Karayılan grubu ki PKK’nın ideolojik yönünü temsil ediyor ve yürütme stratejilerini belirliyor, barışçıl çözüme daha yakın görünüyorlar. KCK da bu kanadın devamı niteliğindeki siyasi oluşum.

PKK içindeki diğer kanat ise ki bunların derin devlet ile işbirliği içinde oldukları biliniyor, Ankaralılar ya da PKK’nın şahinleri diye de anılıyorlar; Cemil Bayık grubu. Bu grup Öcalan’a rağmen savaşın devamından yana ve Öcalan’dan daha güçlü oldukları kesin. Zira Öcalan’a kendi gündemlerini dayatabiliyorlar. Bunların ilk hedefi bölgedeki Ak Parti gücünü çökertmek ve masa başına gidildiğinde PKK’nın kozlarını rahatça öne sürüp, kabul edilebilirliğini artırmak. Öcalan da kendi şahsi çıkarlarının peşinde olduğundan, bu grubun dayatmaları durumunda kolaylıkla pasif duruma çekilebiliyor.

Şu andaki ortam PKK’nın bu şahin kanadı için bulunmaz bir fırsat, zira “ komutanlar istifa etti, terör tırmanıyor” dedirterek iktidarın elini zayıflatmak çabasında. PKK’nın bu stratejisi, Başbakan’ın neden birden bire sert bir tavır aldığını ve bıçak kemiğe dayandı sözlerini yeteri kadar açıklıyor.

Bu tavırlar karşılıklı olarak bu şekilde gittiği sürece, barışçıl çözümü unutalım. Dağdaki son terörist ölene kadar 30 yılı kaybettik, bir 30 yıl daha böyle gider.

İran, Kandil’e hazırlanıyor, Suriye malum, Türk tarafının da nereye çekilmek istendiği belli. Bu ortamda Başbakan’ın sert tavırlarını asla doğru bulmuyorum. Devlet teröre karşı gereken önlemleri elbette alacak, almalı da ancak Başbakan savaş diliyle konuştuğu zaman terör sorunu ile kürt sorununu birbirine karışabilir ki işte asıl felaket o zaman olur .

PKK kanadında savaş isteyen çok sayıda Kürt faşisti var, ya Türk tarafında? Bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük Kürt sorunu ile terör sorununu birbirine karıştırmaktır!

PKK’nın derdi tasfiye olmaktan kurtulmak, çünkü barış ve demokratik siyasi süreçler içerisinde bu tip örgütler yaşayamıyor. Eğer barış dili bir yana itilirse böyle bir ortam PKK’lı şahinlerin işine gelir, şiddet daha da tırmanır ve çok kan akar.

Satırlarımı sonlandırırken, medya flaş haber geçiyordu “ Türk savaş uçakları Kandil ve Zap’taki hedefleri vuruyor”!

Barış çok mu zor?...

Bir an önce barış ve huzura kavuşmak, şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine baş sağlığı ve sabır diliyorum…

Ekonomi büyüyor ama cebimize neden yansımıyor?

‘Ekonomik göstergeler ne diyor?’ diye sorduk… ‘gidişatın iyi yönde olduğunu söylüyor’ diye yanıtlayarak da argümanlarımızı sıraladık.

Evet, makro ekonomik göstergeler olumluyu işaret etmekte, ekonomi büyüyor ancak büyüme topluma bir türlü yansımıyor.

Vatandaş haklı, diyor ki benim cebimde bir kuruş para yok, kredi kartı borçlarımın altına eziliyorum, banka her an icraya gelecek. Esnaf veryansın ediyor, akşam oldu daha siftahım yok. Çiftçi dersen, traktörü çoktan haczedilmiş. Emeklikler yaşadıklarına bile bin şükrediyor. Sokaktaki genç, problemli, işsiz, sinir katsayısı haliyle yüksek. Bir dokun, bin ah işit.

Tüm bunlar bugün Türkiye’nin birebir gerçekleri. Hal böyle olunca, ekonomi iyiye gidiyor dediğim zaman, çoğunun sesi yükselmeye başlıyor ve hatta ‘nasılsa senin tuzun kuru, sen tabii ki hissetmezsin açlığı, yoksulluğu’ diyebiliyorlar.

Halbuki bu satırların yazanı da 2001 ekonomik krizi sonrasında yerlere yapışmış bir iş kadınıydı, şimdi düm düz eleman olarak ayakta kalabilme savaşı veriyor! Açlıkla tokluğun arası sadece bir dilim ekmekmiş arkadaşlar, ekonominin ilmini yaptım ama pratiği de bana bunu öğretti. Bu nedenle sadece ekonomiye değil tüm olay ve insanlara objektif yaklaşmam artık daha kolay ve anlamlı oluyor.

Gelelim sokaktaki insanın ekonomik büyümeyi neden bir türlü hissedemediğine…Büyümekle kalkınmak, refaha ulaşmak aynı şey değil. Büyüme dengeli bir şekilde sürdürülebilirse toplumun genel refahına yansır. Yani büyüme, refah ve istihdam ilişkisi kurulabildiği zaman toplum da bunu rahatlıkla hissedebilir.

Evet, Türkiye ekonomisi büyüyor, bu inkar edilemez bir gerçek, şöyle 5-10 yıl geriye baktığımızda nereden nereye geldiğimiz açıka görülüyor. Ülke genelinde büyük yatırım ve hizmetler hayata geçiriliyor, duble yollar, okullar, üniversiteler, hastaneler, spor tesisleri, kültür merkezleri, enerji projeleri, havayolu ulaşımı, raylı sistem ulaşımı, yeni kurulan üniversiteler, telekomünikasyon projeleri v.s. gibi tüm bunları görmezden gelmek ve inkar etmek asla mümkün değil.

Ancak, ekonomideki yapısal sorunlarımız halen çözüm bekliyor…gelir dağılımı, işsizlik, kayıt dışılık, vergilendirme, cari açık bu ülkenin genel ve yıllardır çözümlenemeyen ciddi sorunları. Bu sorunlar nedeni ile büyüme, bir türlü insana ulaşamıyor. Halbuki bunların hepsi bir insanlık, bir vatandaşlık hakkı..

Örneğin Türkiye’de kayıt dışılık yüzde 50 (gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 5), işsizlik yüzde 10 (gelişmiş ülkelerde olması gereken yüzde 1-2), dolaylı vergi ki direk olarak vatandaşın gelirini etkiliyor yüzde 70, nüfusun yüzde 12’si açlık sınırının altında yaşıyor, nüfusun en zengin yüzde 10'uyla en yoksul yüzde 10'u arasındaki gelir farkı 17 katı, enflasyon çözümlendi ancak reel gelir bir türlü artmıyor, asgari ücret hala 600 bin yani yaşam standartının çok altında.

Ekonomi büyüyor, ancak insani gelişmişlik düzeyimizi etkilemiyor. Hemen etkilemesi de mümkün değil çünkü yapısal sorunların çözümü için baya bir zaman gerekiyor. Yani sürdürülebilir ekonomik büyüme ve dengeli üretim yapısı şart. Ayrıca milli gelirin artış hızının birden bire çok yüksek olması beklenemez, büyüme hızı yavaş yavaş arttığı için insanlar da buna uyum sağlıyor ve geçmişteki yaşam tarzımızı unutup kendimizi hep bir üsttekine göre kıyaslıyoruz. Bunun için de yansıma iyi hissedilmiyor.

Bir de kırılganlıklarımız çok hassas. Sosyal yapımızda çarpıklıklar var, doğu ile batı arasında da dengesizlik had safhada. İnsanımız da problemli. Aile yapısı, çocuklar, gençler kırılgan. Sosyal yapıyı bir türlü güçlü tutamıyoruz. Ekonomi büyüse bile sosyal yapıyı düzeltmek uzun yıllar gerektiriyor.

Ekonomi öyle bir dengeler bileşkesi ki üretimden tüketime, para politikalarından gelir dağılımına, istihdamdan sosyal yapıya kadar pek çok unsurun bir ahenk ve denge içerisinde çözümlenmesi gerekiyor. Biz halen ekonomideki yapısal sorunlarımızı kökten çözmek için cesur adımlar atamıyoruz.

Kısır bir döngü gibi…Ekonomiyi güçlendirecek olan insanlardır, biz kendimizi ne kadar mutlu ve güçlü hissedersek o kadar fazla ekonomik performans gösterebiliriz. Ancak kendimizi mutlu hissedebilmek için de kalkınmaya, refaha ihtiyacımız var.

Eğer ki şimdi, ekonomik büyüme neden halen benim cebime yansımıyor diye soruyorsak, Türkiye daha 8 yıldır yeni yeni kafasını doğrultabiliyor derim. Bu soruyu 1923 ten 2002 ye kadar bu ülkeyi yönetenlere sormak lazım, neden bugüne kadar bir türlü kalkınamadık diye!

Merkez Bankası’nın faiz indirimi ne anlama geliyor?

Merkez Bankası’nın faiz indirim kararı finans piyasalarını şaşırttı. Neden şaşırıyorlar, hiç anlamadım.

Bu faiz indirimi, Güngür Uras Hoca’nın Ayşe Teyzesi’nin de kafasını karıştırabilir. Ancak Ayşe Teyze rahat uyusun, bankadaki parasına çok fazla bir etlkisi olmaz. Güngür Uras yarın Milliyet’teki köşesinde onu mutlaka aydınlatacaktır.

Merkez Bankasının faiz indirim kararına ilişkin haberlere yapılan yorumları okuyorum, vatandaş haliyle diyor ki ‘bir sürü anlamadığımız ekonomik terim var, politika faizi 6,25'ten 5,75 düşürüldü, gecelik faiz oranı 1,50'den 5'e yükseldi, tüm bunlar ne demek, biz ekonomist miyiz, bunlardan ne anlarız? Doğru düzgün açıklasanız da biz de neler oluyor öğrensek’…

Vatandaş haklı, ben ekonomi tahsili yaptım ama sonuçta ben de sade bir vatandaşım. Bu nedenle bildiğimi en anlaşılabilir haliyle aktarmayı bir blogçu olarak görev sayıyorum :)

Öncelikle şu yüzde 1,50'den 5'e yükselen gecelik faiz oranı nedir, ne işe yarar, bunu açıklayalım...Bankalar veya diğer finansman kuruluşları kendilerine yatırılan mevduatların bir kısmını kasasında nakit olarak tutar, diğer kısmı ile kredi verir ya da hazine tahvili, bono v.s alır, satar, yani paradan para kazanmaya çalışır. İşte bu kasasında tuttuğu parayı da Merkez Bankası'na "gecelik mevduat" olarak yatırır ertesi sabah çekerek tekrar kasasına koyar. Merkez Bankası, bu gecelik mevduata “gecelik faiz” öder. İşte o faiz, bu faiz. Gecelik borçlanma faiz oranının yüzde 1,50’den yüzde 5’e yükseltilmesi demek, Merkez Bankası’nın sıcak paraya sıcak bakması demek.

Yüzde 6,25'ten 5,75’e düşürülen politika faizi de; Merkez Bankası’nın, yine bankalara bir hafta vadeli repo ihalesi için verdiği faiz oranı. Kısa vadede politika faizinin yüzde 6,25’ten, yüzde 5,75’e düşürülmesi demek, kredi maliyetlerinin az da olsa ucuzlaması demek. Ucuz kredi de üretimin artması, ekonominin canlanmas, cari açığın azalması demek.

Merkez Bankası'nın bu son faiz indirimi kararı, döviz kurunu kontrol etmek, küresel krize karşı önceden önlem almak, herhangi bir ekonomik durgunluk anında piyasaları canlı tutmak amacı ile alındı. Ayrıca yabancı yatırımcının getireceği sıcak paraya da kontrollü olarak evet demektir. Zira, dünyada kur savaşları yaşanıyor ve döviz aşırı hareketleniyor. Ne kadar etkisi olacağı ise yabancı yatırımcının vereceği tepkiye bağlı.

Kısa vadede vatandaşı çok etkileyecek bir faiz kararı değildir. O yüzden diyorum ya Güngör Uras’ın Ayşe Teyzesi rahat uyuyabilir.

04.08.2011 Beran Uzer




:) 3 gün önce öyleydi 3 gün sonra neden böyle oldu? (Güngör Uras - Milliyet 05.08.2011)


Sn. Hocam, sizi pek bir karamsar gördüm...Ayşe Teyzem'i üzmeyin lütfen, zaten sıcaklardan tansiyonu habire oynuyor :))