12 Tem 2010

Alaturka sol; Nostalji sokağı, 1 numara

Bu yazı, Miliyet Blog'da yer alan; "Türkiye'de solun yeniden tariflenmesine ihtiyaç var mı? Nasıl doğru tariflenir? Şu anki sol yapılar solu temsil ediyor mu?" konulu "Blog yazarları tartışıyor" bölümü için yazılmıştır.

****

Üniversite yıllarında, “kahrolsun emperyalizm, yaşasın halkların kardeşliği”, “america go gome”, “mahir, deniz, ulaş, kurtuluşa kadar savaş” sloganlarını atarak, sol yumrukları havaya kaldırınca, sandık ki Türkiye’yi bizler kurtaracağız…kim bilir belki de ortalama her Türk insanında var olduğunu düşündüğüm özgüven eksikliğimizi tamamlamaya çalıştık, o forum bu eylem koşturduk durduk. Lüks olan her şeye düşmandık, aslında zenginliğe düşmandık, belki de hiç ulaşamayacağımızı düşünüyorduk.

“Tek yol devrim” derken, Türkiye’yi kurtarmaktı amacımız, lakin kimlerden, neden ve nasıl kurtulucağımızı çokta fazla anlamadan kendimizi “solcu” ilan etmiştik. Sandık ki; Marksist- Leninist ideoloji sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı kurtaracak. Marx’ın “Capital” ini hatmederken, işçi sınıfı iktidar olunca kapitalizmin tüm kalelerini yıkabileceğimize, sermayeyi boğabileceğimize inanmıştık.

Gençtik, delikanlıydık, öylesine inanmıştık ki bir gün düşüncelerimizden ötürü postal seslerinin evlerimizin taa içinde yankılanacağını, emniyetin en ücra odalarında, hapishanelerde olmaz işkencelere maruz kalacağımızı bilsek de, yine de bizim mücadelemiz “haklıydı”.

Ama birileri geldi ve o çok “haklı” mücadelemizi dipçik darbeleriyle, işkencelerle, idam sehpalarıyla yerle bir etti. “Vurulduk ey halkım, unutma bizi” diye haykırmak da fayda etmedi, unutulduk, dağıtıldık, paramparça edildik. Üstüne hiç olmaz denilen oldu, Berlin duvarı yıkıldı, sosyalizmin kalesi Sovyetler çöktü. Anlamalıydık dünyada bir şeylerin değiştiğini, görebilmeliydik dünyayı kurtarabilmek için sadece sloganlarlın yetmediğini. Amerikan askerlerini denize dökerken aslında “milliyetçiliğin” bizi ne kadar kuşatmış olduğunu, ulusalcı reflekslerle “buyurgan bir sol” yaratttığımızı, demokrasi ve özgürlüğün bizim mücadelemizde aslında hiç yer almamış olduğunu çok sonraları farkettim. “Bizim sol” dan geriye sadece “alaturka bir sol” kalmıştı…

Ne yana gideceğini bilemeyen, dünyadaki değişimi tahmin edememiş, görememiş ve bu değişime uyum sağlayamamış, devrimciliği hala ittihatçılığın devamı sanan, solculuğu hala antiemperyalizm olarak gören, o çok güvendiği işçi sınıfının sendika ağalarının elinde heba olduğunu bile anlayamayan, darbelere alkış tutan, Ergenekon’u kutsayan, neredeyse ırkçılığa çanak tutan, halkların kardeşliği derken halklarına düşman olan, sol ideolojinin tüm evrenselliğini yıkılan Berlin Duvarı’nın molozları arasına gömüp, Türk solu gibi bir garabete yelken açan, ulusalcı, devletçi… velhasılı; sola ait ne varsa ayaklar altına alan, “alaturka sol”… Türkiye’deki sol şimdilerde işte budur.

“Türkiye'de solun yeniden tariflenmesine ihtiyaç var mı? Nasıl doğru tariflenir?”…bence yeniden tariflenmesine hiç ihtiyaç yok, çünü yeni tarifler ürettikçe iyice garabetleşiyor, dünyada bile sağ sol kalmamışken, biz hala sol ideolojiye isim tamlaması bulmak peşindeyiz…ulusalcı veya liberal tarifleri solun önüne kattığımızda, solun özniteliğini ve sol ideolojinin evrenselliğini yitiriyoruz. Kendimize göre bir sol tariflediğimiz zaman, alaturka bir sola işaret ediyoruz…

Küreselleşen ve gitgide acımasızlaşan dünyada bireysel duruşumuzu sağlam belirlemek, bilgi çağında kendimizi yenileyerek toplumunun yenilenmesine katkıda bulunmak çok daha anlamlı. Kendini yeniliklere kapayan her olgu dünya arenasından silinmeye mahkum.

Devletler eliyle halklara dayatılan her ideoloji sonuçta özgürlüklere ve demokrasiye indirilmiş bir baltadır. Ortanın solu diye zamanında dayatılan da TİP’in Türk siyaset sahnesinden silinmesi için hazırlanmış bir oyundur. Bu oyunun baş aktörü de İnönü ve CHP dir. CHP dün de bugün de hiçbir zaman solun partisi olmamıştır, hep devletin partisi olmuştur. Bugün Türkiye’de solu temsil eden kimse kalmamıştır, solu taşıyacak bir işçi sınıfı da kalmamıştır. İşçi sınıfı bugün orta tabakadır. Sendikaların hali içler acısıdır… devlet güdümündeki Türk-iş işçi sınıfını temsil edebilir mi? Ya sendika ağalarının emrindeki alternatifleri? Türkiye’de sol, savunduğu işçi sınıfının ne kadar hakkını hukukunu koruyabilmiştir ki?

Bu anlamda ne eski yapılar ne de şimdi kendini solda gören yapıların hiçbiri solu temsil etmiyor. Kendimi de bu kategoriye koyuyorum. Elbirliği ile solu evrensellikten çıkartıp alaturka sol haline biz solcular getirdik.

Madem “devrim” yapmayı beceremedik, hiç olmazsa kapitalizmin bir adım önüne geçip, doğaya ve insana yönelik tahrip edici karakteri karşında bireysel duruşumuzu sağlam tutalım. Değişimin akıntısına karşı koymak yerine, yıkıcı ve yok edici yanlarına direnelim.

Murat Belge’nin bugünkü sol için bir tarifi var, diyor ki; Eşitlik, özgürlük, demokrasi, toplumsal dayanışma ideallerini siyasal, iktisadi ve sosyal alanlarda dile getiren, milliyetçiliğin her türlüsüne karşı duran, iktisadi gelişmeyi mülklülerin kazanımları hanesinden değil, bunun toplumun alt kesimlerinde yaptığı insani gelişme ve refah katkısı açısından değerlendiren siyasal hareketlere sol denir”…tarife katılıyorum.

Bu tanımdan yola çıkarak, adını “sol” koymaya bile gerek olmaksızın, içe kapanmadan dünyayla bütünleşerek, üreterek ve adil bölüşerek, toplumu ayrıştırarak değil kaynaştırarak, insan haklarını koruyarak, yaşanabilir bir çevre için uğraşarak ve bilimin yolundan giderek, sanıyorum “ideal” lere ulaşmak mümkün olabilir.

Demokrasi, özgürlük ve insanca yaşamak…bireysel duruşum budur, bundan böyle “sol” dan anladığım da budur.

Bırakın sol, nostalji sokağında sloganlarıyla kalsın, yeniden tariflenmesi gereken sol değil, insana bakış açımızdır.

Hiç yorum yok: