5 Tem 2010

yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe…

flaş, flaş haberlerin “bugün bakalım ne gibi acaiplikler olmuş memleketimde?” merakı ile okunduğu, arkasından “ne olacak bu memleketin hali?” diye sorgulandığı ve “yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” psikozunun yarattığı beyinsel travmalarla karışık bir temmuz sabahına, sıcak mı sıcak bir pazar gününe paldır küldür daldığımda, şairin dizelerini anımsamak…

öyle bir yerdeyim ki
ne karanfil ne kurbağa
bir yanım mavi yosun
dalgalanır sularda
dostum dostum
güzel dostum
bu ne beter çizgidir bu
bu ne çıldırtan denge
yaprak döker bir yanımız
bir yanımız bahar bahçe…


son dakika haberi; şırnak'ta askeri birliğe saldırı…aman allahım yine gencecik çocuklar, yine kendini bilmem hangi bilgisayarın kurra torbasından yıllardır süren -demeye dilim varmasa da- bir ucube savaşın “şans eseri” tam da ortasında bulduğu, kavurucu sıcağın dakikada bilmem kaç mermi fırlattığı ile övünülen silahının sıcağına karıştığı, sarı çiçeklerinin, bahçelerinin, baharlarının kesif bir duman tabakasıyla görünmez hale geldiği, getirildiği bir memleket parçasının gençlerini düşünmek…

her an yenilenen, hep son dakika ya da flaş bir haber ile buhransı hallerimize baya bir katkıda bulunan memleket medyamızın diğer haberlerine de “bir yanımız bahar bahçe mi?” umudu ile şöyle bir göz atmak…bahar bahçe umarken kendimi nötrleştirmek için, bir yanımda bir mavi yosun görebilir miyim acaba diye içten içe bir umudu yaşatmak…bol kalçalı tenlerden bir enstantanenin yanı sıra “eren’le defne’nin evlilikleri, rezaletin diz boyundan ağız boyuna kadar çıkışı, intikam, hırs ve yozlaşma ile karışık cıvıklıklar silsilesinin ruhuma kattığı umutsuzluk eksi değeri ile “biz buyuz aslında” buhranımsılığına evrilmek…

öyle bir yerdeyim ki
bir yanım çığlık çığlığa
öyle bir yerdeyim ki
anam gider allah allah
öyle bir yerdeyim ki ne karanfil, kurbağa
öyle bir yerdeyim ki
bir yanım mavi yosun çalkalanır sularda...


yarım metre ile vasati insan boyu arasında değişen ölçülerdeki, “çömelmek mi gerek yoksa ayakta mı dursak daha çok teröre lanet okumuş gibi görünürüz” sahtekarlığı ile memleket siperlerinde boy göstermenin, “analar ha ağlamış ha gülmüş, ne farkeder” umursamazlığı ile kombineli rezil animasyonlarını izlemek, düşünmek ve de çıldırmakla kahrolmak arasında gidip gelmek…

evlerden sokağa arsızca taşan bihter ve behlül çığıklarının, meydanlardaki şehit uğurlama törenlerindeki anaların göz yaşlarına karıştığı, kimin, ne için var olduğunu ve yaşadığını anlamadığı, her geçen gün beri yanındakine “azaldığı”, “düşman kesildiği”, ovadakinin dağdakini, dağdakinin ovadakini kovduğu, kovaladığı ve hatta öldürdüğü bu memlekette, dağların da ovaların da bu memleketin bütün insanları için var olduğunu bilmek ama ne dağda ne ovada insanca, huzur ve barış içinde yaşayamamak, dengeye hasretken dengesizliğe yapışık ikizi olmak gibi bir kadersizliğe hasbel kader razı gelmek…

dostum, dostum güzel dostum
bu ne beter çizgidir bu
bu ne çıldırtan denge
yaprak döker bir yanımız
bir yanımız bahar bahçe...


görüntülerinin yarattığı duygusal travmalar eşliğinde bu sıcak temmuz sabahına, bir pazar gününe uyanmak, merhaba demek…

öyle bir yerdeyim ki bir yanım çığlık çığlığa
öyle bir yerdeyim ki
anam gider allah, allah kızım düşmüş sokağa...


ama herşeye rağmen umudunu yitirmemek, kendini kaybetmemek, insan için yine de bir şeyler yapabiliyor olmak, sokağa düşen döllere sahip çıkmak, dengesizliğin bir kader olmadığını haykırmak…

bir yanımızdaki dökülen yaprakları toplarken, diğer yanımızdaki bahçemize yeniden baharı ekmek…



“Öyle bir yerdeyim ki” - Hasan Hüseyin Korkmazgil

Hiç yorum yok: