İmamın Ordusu kitabının henüz taslak halinde iken yayınevinden ve bir takım kişilerin bilgisayarlarından toplatılmasının, kitabın içeriği ile ilgili olduğunu düşünmüyorum.
Savcılık Ahmet Şık’ın ifadelerinin gerçek olup olmadığını ya da kitap taslağına başka birileri tarafından ekleme yapıldıysa ne amaçla yapıldığını soruşturuyor. Fethullah Gülen cemaati ile ilgi aleyhte veya leyhte pek çok kitap, makale, internet ortamında dünya kadar yazı var. Amaç içeriğe olsaydı tüm bu yazılanlara da sansür getirilirdi.
Bu anlamda “dokunan yanıyor” biraz abartılı bir yaklaşım gibi görünüyor. Ergenekon davası gibi çok önemli bir süreci değersizleştirme gayretine Ahmet Şık ve Nedim Şener alet edilmiş gibi düşünüyorum, aynı şeyi Mustafa Balbay için de düşünmüştüm…birileri bu gazeteci yazarları Ergenekon sürecinde kullanıyorlar sanki. Özellikle Ahmet Şık ve Nedim Şener, bilgi ve belge temin etmek için Emniyet’le yakın ilişki içindeler ve bu ilişki bazı kesimler tarafından Ergenekon’u sulandırmak için yönlendirilmiş olabilir.
Yakın geçmişimizde siyaset, örtme, yönlendirme, manüplasyon, çarpıtma örnekleri ile dolu. Bunlar ya birisinin vicdanına artık tak deyince ifşası ile ortaya çıkıyor ya da olaylar yan yana dizildiğinde, mantıklı ve objektif bir bakış açısıyla irdelendiğinde neyin ne amaçla yapılmış veya söylenmiş olabileceğini anlıyorsunuz.
İmamın Ordusu kitabının taslağına yapılan işlemi de aynı doğrultuda ve bu bakış açısıya objektif olarak değerlendirmekte fayda var. Fazla kurgusallığa girmeye gerek yok, zira kurgusallık kimi zaman gerçekleri görmeyi de engeller. Eğer ki her hangi bir olayda hemen bir takım sloganlar ki burada slogan “dokunan yanıyor” dur, ön plana alınıyorsa, zaten konuyu irdeleme sürecini en başından yönlendirmiş olduğunuz gibi, konunun etrafındaki çarpıtma ve örtme niyetlerini ister istemez amacına ulaştırmış oluyorsunuz.
Evet, kitap yazmak suç değil, kitabı imece usulü ile yazmak da suç değil, kitap çıkar yayınlanır, içinde kişilik haklarına herhangi bir saldırı varsa saldırılan kişi de hukuk yoluya hakkını arar. Şamil Tayyar, kitaplarının içerikleri ile ilgili olarak açılan davalarda 500 yıla varan hapis istemleri ile yargılanıyor, tutuksuz olarak, hiçbir kitabına da sansür uygulanmadı. Ancak bir kitap daha yayınlanmadan, “dokunan yanıyor” ifadesi ile gündeme geliyorsa ve olay bir yandan siyasi ideolojiye alet edilip yönlendirmelere gidiliyorsa bir takım gerçekleri ört bas etmek için olmadığı ne malum…
Asıl konu; kitabın Soner Yalçın’a ne amaçla verildiği…sanırım Savcılık bunu araştırıyor. Kitabın taslağı 189 sayfa olarak Soner Yalçın’a teslim ediliyor, Soner Yalçın üzerinde bir takım notlar alıyor, ya da eklemeler v.s yapıyor ve kitap daha sonra Ahmet Şık’ın bilgisayarında 300 sayfa olarak bulunuyor. Hanefi Avcı'nın da kitabının farklı kişiler tarafından kaleme alındığı iddiaları vardı.
Kitap yazmak bir hak…özellikle bilgi ve belgeye dayalı kitaplarda bu konuda uzman kişilerden yardım almak suç değil, isteyen istediği kişinin yardımına ve bilgisine baş vurabilir, bu tamamen yazarın insiyatifinde. Muamma, kitap taslağının Oda TV bilgisayarına neden ve ne amaçla girdiğinde düğümleniyor. Kitabın taslağı, Soner Yalçın’ın bilgisayarına girdiği tarihte ki bunun geçtiğimiz Aralık ayı olduğu belirlenmiş durumda, o tarihte Soner Yalçın henüz tutuklanmamıştı. Ahmet Şık kitabın taslağını kendisinin vermediğini ve konu ile ilgili hiçbir bilgisi olmadığını ifade etmişti. Ancak kitap 189 sayfada kesilip daha sonra 300 sayfa olarak Ahmet Şık’ın bilgisayarında yer alınca, Savcılık Ahmet Şık’ın ifadesi ile çeliştiğini düşündüğünden, soruşturmayı derinleştirmek amacı ile kitabın taslaklarını her kimde varsa toplattı.
Tabii ki burada Ergenekon savcılarına çok iş düşüyor…Türkiye’de davaların yüzde 50 gibi bir oranla beraat kararı ile sonuçlandığı düşünüldüğünde, davalar ile ilgili alınan tedbir kararlarının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Tutukluluk için hukuk sadece belge ve ifadelere göre karar verir, ama şu teknolojik gelişmişlikte bir takım hukuki tedbirler almanın yöntemi yayınlanmamış bir kitabın taslağını bilgisayarlardan silmek olmamalıydı.
Ergenekon davası çok ciddi bir süreçtir, ne bir takım kirli yönlendirmelere ne de hukuki yanlışlıklara heba edilemeyecek kadar önemli bir süreçtir. Türkiye’de derin devlet olgusunun tüm cinayetleri, tüm kirli çıkar ilişkileri ile birlikte tarihe gömülmesi için ciddi bir uğraş verilmeli, ancak adı “sansür” noktasına dayandırılıcağı aşikar olan hukuksal tedbirler konusunda daha hassas olunmalıdır.
“Hangi devirde yaşıyoruz, bu devirde sansür mü?” gibi yaklaşımlara vicdanım ve dünya görüşüm evet diyor, elbette sansür hiçbir şekilde savunulacak bir şey değil ancak yaşanan olayları ideolojik düşünce yapısı ile özdeşleştirip Ergenekon’u sulandıranlara da vicdanım bu defa “hayır” diyor. Zira kesin hüküm verilmemiş bir kitap taslağının toplatılması bu davaya kuşkuyla bakanların elini güçlendiriyor.
Yargılama süreci belki daha şeffaf olsa kimsenin kafası bu kadar karışmayacak. “Sansür” ile Ergenekon davasını zıvanadan çıkarılmasına izin vermemeli. Kamuoyunun vicdanı rahatlatılmalı, kafa karışıklığı giderilmelidir.
Herkes fikir özgürlüğü ve insan haklarından yana olmalı, yargı dahil…Kitap, yazı sansürlemek otokratik ülkelerde olur, Türkiye’ye yakışmıyor.
Herkes her şeye eli yanmadan dokunabilmeli ama kendi eli ile birlikte bir diğerinin elini de düşünebilmeli…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder