Veya AKP Kürt açılımında ne kadar samimi? Ne kadar cesaretli?
Veya neden direk “çözüm” değil de “açılım”?
Kısa süre öncesine kadar “ya sev ya terket” gibi muhafazakar geleneğin milliyetçilik sosuna bulandırılmış sloganlarını kullanan Başbakan, birden bire Kürt açılımının baş aktörü haline geldi. Daha doğrusu gelme çabasında.
İktidar koltuğuna oturduğu günden bu yana, kimi zaman bazı söz ve uygulamalarına karşı çıktım, kimi zaman onayladım…ama çoğu zaman bir “vizyonsuzluk” buldum…sanki bunca problemlere çözüm getirebilecek bir kararlılığı veya nosyonu yok gibi geldi. Söylemlerindeki değişkenlik, gün be gün oluşan farklılıklar, politika yapma tarzı…Türkiye ve meselelerine objektif bakabilen pek çok kişide de aynı soru işaretlerinin oluştuğunu düşünüyorum. Körü körüne, vatan millet sakarya, laiklik ekseninden bakanlar gibi değil ama, zaten onlara ne yapsanız beğendirmeniz zor, öyle bir statüko içinde boğulmuş durumdalar ki ak denilene kara demek, düşünce yöntemleri olmuş.
Bu nedenledir ki; bu “vizyonsuzluk” la böyle bir partinin ve iktidarının, “Kürt sorunu” gibi Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri için girdikleri uğraşıyı ve açılım çalışmalarındaki samimiyet ve cesaretini de ister istemez sorguluyorsunuz…AKP’nin Kürt tabanından gelen talepleri “söz ola kestire başı” diye bıçakla kesen bir mentalite ve parti yönetim anlayışı ile “bu memleket bu sorundan çok çekti, artık analar ağlamasın” diyen göz yaşları ile bezeli duygusallıkları bağdaştıramıyorsunuz. Kürt sorununda Türkiye’yi ileri taşıyabilmek baya bir ciddi vizyon gerektiriyor.
AKP’nin tabanı oldukça heterojen; muhafazakar milliyetçisinden solcusuna, cemaatçisinden etnik Kürt milliyetçisine kadar pek çok ideoloji veya düşünceyi barındırıyor. Bir yanda merkeze yaklaşma çabaları, diğer yanda parti içinde bile konuşulması yasaklanan konular ve yasaklı insanlar var…bu kadar üstü örtülü bir yönetime sahip AKP’nin liderinin, birden bire Kürt açılımı havarisi kesilmesinin altında da bir şeyler aranıyor…doğal olarak.
“Değişim” vaadiyle yola çıktılar ve işe yaradı, halkın çoğunluğu onları defalarca iktidara taşıdı. Ancak “değişim” derken bir bakıyorsunuz “statüko" nun tam da ortasında. Özellikle 2005 ten bu yana ne tam değişime odaklanabiliyorlar, ne de tam statükoyu benimsiyorlar…tuhaf bir “vizyon”, iki arada bir derede gibi. Askerle bir dargın bir barışık, keza vesayet sistemi ile de aynı, Ergenekon davası için bir cesur bir çekinik…anlayamıyorsunuz!
Şimdi Kürt açılımı gündemde, niyetlerin görüntüsü gayet güzel, randevulaşmalar, görüşmeler, sivil topluma yayma ve uzlaşı çabaları…“çok güzel hareketler bunlar”. Ama neden sadece İçişleri Bakanı uğraşıyor tüm bunlarla?…soruna sadece güvenlik ekseninden mi bakılıyor diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Makyajlanmış bir açılım mı bu?
2005’te Diyarbakır’da bizzat “Kürt sorunu” ifadesini kullandı, adım atmak istedi ama arkasında bir tane AKP’li hatta AKP’li Kürt milletvekilini bulamadığı gibi kendi bile zaman içinde sorunu unuttu gibi bir izenim yaratmıştı…hatta DTP ile “asla” muhatap olmadı…Öyle veya böyle, eğri veya doğru, Mecliste Kürtleri temsilen bulunan siyasi bir parti ile yan yana bile gelmedi!
Şu da var; Bu memleketde bu sorun Cumhuriyet sonrasından beri gündemden hiç düşmedi…bırakın Cumhuriyet sonrasını hala 12 Eylül anayasası yürürlükte…ve şu cümle ; “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür”. Sivil bir Anayasa olmadan ve bu cümle kaldırılmadan, nasıl bir Kürt açılımından söz edilebilir ki? İnsanların etnik kimliği ile ilgili bu kadar bariz bir tarif varken, açılım içeriğinin samimiyeti de sorgulanır.
Açılım!...neyin açılımı? Açılıma gereksinim için 30 yıldır kanlar akıyor, kimler kimler bu akan kanlardan nemalandı, herşey yazıldı, konuşuldu…artık neyin açılımı bu? Yeteri kadar açık değil mi?
Şimdi açılım değil acil çözüm zamanı… iktidarın önünde engel mi var mı? Yoksa kapalı kapılar ardında mutabakatlar mı?...nereye kadar gidilebileceğinin ölçümü mü yapılıyor?
İdeoloji mi engel yoksa vizyonsuzluk mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder