8 Eyl 2009

Modüler yaşamak, sakız sardunya modu ve Kopuk

Bildiklerimin yanıldıklarıma yetmediğini kavradığımdan beri, penceremdeki sakız sardunya modunda yaşamak…her günümü öpüp başıma koymak…

Hayatı rölantiye almak…ne gaz ne fren ihtiyacı hissetmeden. “Kimi zaman yüreğim baz gaza, durma hiçbir kırmızı ışıkta” dese de durmak gerektiğini biliyorum…en azından hayatına yeşil ışık yananları ezmemek adına durmak gerektiğinin farkındayım.

Bugün bir dergide “modüler evlilikler” anlatılmış… “İkea tipi” evlilikler. Son yıllarda boşanmalar arttığı için, “neden” sorusuna de böyle bir benzetme ile yanıt verilmiş…”…pratik, kullanışlı, ucuz!...olmadı değiştir. Fonsiyonellik ve estetik bir arada olmalı. Otururken , kullanırken ruhu yormamalı…modüler olmalı, mobilya gibi evlilikler!

Değişim şart, tebdil-i mekanda ferahlık vardır …ancak 28 seneden sonra söyleyebiliyorum bunu. Eski eşim, çocuklarım, biz halen bir aileyiz…aile olabilmekse amaç, aileyiz…hem de pek çok bir arada bulunulan, aynı çatı altında yaşanılan örneklerinden daha çok aileyiz…en azından her modül tek başına iken bile bir anlam ifade ediyor, illaki de modüllerin bir araya gelmesi gerekmiyormuş… dedim ya “kimi zaman bildiklerimin yanıldıklarıma yetmediğini” yeni yeni algılıyabiliyorum.

Okuma eylemine epeydir ara verdim…okuma dedimse edebi eserlerden bahsediyorum. Bir kitabı tam okumayalı epey bir zaman oldu, yarım yamalak kaldı tüm kitaplar. En son Zülfü Livaneli’nin “Son Ada” yı elime aldım…martılarda takıldım kaldım. Okuduğum her cümle, beni değişime zorluyor…sorguluyorum, insanı ve yaşamı, halen!

Beynimde veya hatıramda, okuduklarımdan çok yaşadıklarım, gördüklerim yer etmiş…kimi zaman bir bir diziliyorlar. Iquazu şelalerindeki 2 günlük çadır kampı, yağmur ormanlarındaki yürüyüş, Bangkok’ta ki seks köleleri, Eyfel kulesinin tam tepesinde kutlanan bir doğum günüm...Kenya’da bir safari turundaki Afrikalı’nın medeniyet dersi:), Küba’daki hayal kırıklığım, Moskova metrosunda porno dergi satmaya çalışan yaşlı kadın, Washington üzerindeki uçakta 45 dakika ölüm kalım mücadelesi ve daha niceleri…hepsi insana dair, “ne çok şey öğrendin bak yaşamdan, gördüklerinden, insanlardan” diyor, kitaplardan ön plana geçiyorlar…yaşam anıları “sıradaki gelsin" diye sesleniyorlar birbirlerine.

Bu yüzden kıyamıyorum “insana”…bana çok şey öğrettiklerinden olsa gerek çok değerliler benim için. Okudukların mı yoksa , yaşadıkların veya gördüklerin mi diye sorsalar…kesinlikle ikincisi. Gördüğün zaman da duramıyorsun yerinde, “bak bunlar da var” diye haykırmak geliyor içimden…”bak ey insan kızı, ey insan oğlu, bak, gör, yaşa, neler var dünyada…sen hala neyin peşindesin, gittiğin yön doğru değil, insanlık ve dünya farklı bir yönde, farklı bir boyutda...sen ne tarafa gittiğinin bile farkında değilsin!” …işte o zaman ideoloji, siyaset, ekonomi devreye giriyor…sesimi böyle duyursam diyorum, yazarak.

Dün gece, epey bir yürüdüm…insanları izledim yine…yanımda “Kopuk”…o bir sokak köpeği ben de bir sokak insanı…yürüdük, yürüdük, çimenlerde koştuk, boğuştuk…döndük geldik evimize…gözümün içine bakıyor, “klimayı aç ve ne olur beni balkona koyma” diye…lükse ne çabuk da alıştı. Yendi beni, o kazandı…o da benim diğer modüler parçam, şimdilik bir arada uyumluyuz…zaman ne gösterir bilinmez, belki bireysel modülerliğini tercih eder o da…saygı duyarım.

Yalnız yaşamak da güzel, penceremdeki sakız sardunya modunda tutunmak hayata…kavuşulabilecek özlemlerle yaşamak, nefes almak ve aldığın nefesin hiç bir şeyle ölçülemeyecek kadar değerli olduğunu hissedebilmek, bilmek…

Ha Ayşe, ha Beran, ha Pınar…ne farkeder? İnsan olmak, vicdan sahibi olmak, yaşamış ve görebilmiş olmanın gururu ve tatmini…“Penceremdeki sakız sardunya modu" nda takılıyorum…rengarenk. Ben bunu epeydir yapıyorum.

Bir Pazar günüm de böyle geçiyor işte…yarın iş günü, halen çalışarak üretebiliyor olmak da şahane…“Şahaneyim” diyebilmek için ne çok nedenim var…karınca kararınca tutunuyorum bir tarafından!

Her günümü öpüp başıma koyuyorum…

Hiç yorum yok: