Devletin kurumları, bireyin hak ve hukukuna göre değil, devletin hak ve hukukuna göre yapılanmış olduğu için, demokrasinin işleyişi de işte böyle tıkanıyor.
YSK seçimler öncesinde bır kısım bağımsız Kürt milletvekili adaylarını, kesinleşmiş terör suçları nedeniyle önce veto etmiş, daha sonra gelen tepkiler üzerine, adaylıkları engellenenler, “memnu hakların iadesine ilişkin” belgelerini ibraz edince adaylıkları kabul edilmişti.
Bu işlemler, YSK’nın “kanuna uygunluk ama hukuka aykırılık” ikileminde kaldığının ve gerektiğinde mevzuatları devreye sokup “duruma göre” karar aldığının en somut göstergesi oldu. Haliyle seçim öncesinde yargı ciddiyetine de gölge düşürmüş oldu.
Ne yazik ki bireyin değil, devletin yargı sistemi olunca her konu devlete göre yorumlanıyor, bireyin hak ve özgürlüklerine ilişkin olarak değil.
Türkiye’de yargı sistemi sadece devleti ayakta tutmaya yetiyor, insanı değil !
Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi de aynı yargı sistemi doğrultusunda alınmış, kanuna gör doğru ancak hukuka göre yanlış bir karar.
Evet, kesinleşmiş 18 aylık bir mahkumiyet, kanunen Hatip Dicle’nin milletvekili olmasına engel. Ama ya bireyin hukuku, ya Hatip Dicle’ye oy veren 78 bin seçmenin hakkı, hukuku nerede?
Hatip Dicle'nin adaylığı önce YSK tarafından onaylanıyor, yani seçmene deniyor ki “Hatip Dicle milletvekili adayıdır”. Seçmen de gidiyor oyunu veriyor. Halbuki Hatip Dicle’nin mahkumiyetini Yargıtay 22 Mart’ta onamış. Ne ilginçtir ve nasıl bir yargı sistemidir ki, YSK’nın bundan haberi yok, Hatip Dicle de kendisi gidip, benim mahkumiyetim kesinleşti demiyor! Niye desin ki?
Bu durumun 9 Haziran'da medyada haber olması üzerine, YSK durumu araştırıyor, ancak bu arada da Hatip Dicle milletvekili seçilmiş oluyor. YSK bu sefer daha önceden onaylamış olduğu adaylığı geriye yönelik olarak iptal ediyor, adaylık iptal olunca Hatip Dicle’nin milletvekilliği de düşmüş oluyor.
Tam bir hukuk zaafiyeti! 78 bin oy sahibine deniyor ki, “senin seçtiğin milletvekili aslında milletvekili olamazmış, pardon ben bunu yeni öğrendim, sizin oylarınızın hiçbir geçerliği yoktur” …tam bir hukuk rezaleti, tam bir seçim süreci skandalı!
Halkın iradesini hiçe saymak değildir de nedir bu? O zaman hiç seçim yapılmasın, yani demokrasi işlemesin.
İşte gelinen noktaya “kaos” diyorlar ya, böyle böyle kaosa davetiye çıkarılıyor.
BDP zaten, düz ovada mı yoksa dağda mı siyaset yapacağını, daha doğrusu siyaseti nasıl yapacağını doğru düzgün belirleyememişken, kaostan kaos çıkartmayı kendine vazife ediyor ve Meclis’i tanımama ve milletvekili yemin törenine katılmama kararı alıyor.
Evet, BDP haklıdır, halkın demokratik tercihi engellenmiştir ancak demokratik tepki göstermek için meclise gitmemek yanlıştır.
Neden yanlıştır? Çünkü Kürt sorunun çözülmemesi ve yeni bir anayasa yapılmaması için var gücüyle çalışan derin statükocuların ekmeğine yağ sürmek demektir.
YSK’nın hukuka aykırı bir kararına tepki vermek Meclis’i tanımamakla değil, Meclis’te var olup yeni bir anayasa için en baş sırada ve bu konuda ciddiyetle çalışmakla olur. Hatip Dicle’nin milletvekilliğini YSK düşürmüşse bunda Meclis’in suçu ne?
Amaç sorun çözmek mi yoksa bağcıyı dövmek mi? Bu anlamda BDP’nin duruşunu yeniden gözden geçirmesinde fayda var.
Meclisi tanımama tepkisi, BDP’nin çözümden yana değil statükodan yana bir duruşu olduğunu gösterir. Meclis’e 35 milletvekili sokabilme başarısını göstermişken, eğer bir kitle partisi gibi hareket edilemez ise Meclis’te demokrasi ve barış diliyle bir mücadele yapmak mümkün olabilir mi?
Tabii ki arzu edilen, Hatip Dicle’nin mahkumiyetinin, daha önce fazladan yattığı altı yıla mahsup edilmesi için avukatlarının yaptığı itirazın kabul edilmesi ve 36 milletvekilinin de halkın iradesi doğrultusuna Meclis’te var olmasıdır.
Ancak Hatip Dicle yok diye, geride kalan 35 milletvekilini Meclis’e gönderen halkın iradesi de yok sayılmamalı.
Eğer Meclis’e gidilmezse, YSK le aynı noktaya gelinmiş olunmaz mı? Çünkü o halk sizi çözüm için Meclis’e gönderdi, demokrasi yolunu tıkamak için değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder