26 Haz 2011

Ne bu böyle çen çen çen

Offff of! bıktım usandım vallahi, millette ne çene var kardeşim, çen çen çen…hiç susmadan biteviye bir konuşma hastalığı!

İşten çıkıyorum, markete uğruyorum, ekmek sigara v.s alıcam, millet bakkalın etrafını çevirmiş, süper loto yine devretti muhabbetinde. Benim kafa zaten işten güçten bin beşyüz olmuş, paramı ödeyip defolacam, ne mümkün…anında kafamdan aşağı bir ter boşanıyor…foşşşş.

Sokağa adımımı atıyorum, günde en az on kere geçen ambulanslardan bir tanesi daha… yav daha 10 dakka önce geçtiniz, töbe töbeee, yani anladık hasta taşıyorsun da, allah tez zamanda şifa versin de, ben de şifayı kaybetmek üzereyim, yıkıldım yıkılacam.

Şu ara sokaktan gideyim de sessiz sedasız, çabuk çabuk evime ulaşayım diyorum, rektifiye şahin kenara parketmiş, açmış camları, “şaziyede kaçmış osmana çek çek dünyanın kahrınıda vur vur rakı şaraba dar geldi sana ankara” , Ankaralı Namık tan geliyor... Allahım allahım ne çok nakarat kısmı var, bir türlü bitmiyor. Ben artık bayılmaya ramak kala susuyor, binlerce şükür, ohhhh bitti yarabbim, ben de zaten epey uzaklaştım.

Kapının önünde komşu Nadya Hanım, nöbet tutmuş, beni bekliyor..kesin beni bekliyor. Çünkü sabah Kopuk tüylerini onun kapısının önüne silkelemiştir yine. Aaa hayret, hatırımı soruyor!...iyiiim, iyi, şeyyy yorgunum da biraz…baktım daha konuşası var, kaç, durma kaç!

Oh yarabbim, evim evim güzel evim, soyun dökün, aç tv yi, aç bilgisayarı, yaparsın bir kahve…o ne? Hatip Dicle, Balbay, Haberal, kaos, meclis, ysk, hak, hukuk…haber kanallarını çevir dur, hep aynı karmaşa, çok bilmişlerin her biri ayrı bir kanalda, spiker hanımların soruları, sorarkenki dövecek gibi halleri, karşıdakinin açıklamaları, geçirmeleri, çakmaları…

Beynimin içinde her bir ses mevcut; sanki tüm sesler beni çıldırtmak için planlı bir şekilde öztaki borumun ta içinde uğulduyorlar.

Bu aralar yaş ilerlediği için mi yoksa yoğun çalışma hayatının getirdiği bir tahammülsüzlük mü bilemiyorum, yüksek ve anlamsız sesler, bağırtılar benim için fobiye dönüşmüş durumda.

Aslında bu fobi bende Kaynana Semra’nın sesi ile başladı. Ne alaka demeyin, o günden beri beynimde sesi çınlıyor. Kaynana Semra, gelinim olur musun yarışmasında bağırıyordu ya bir zamanlar... "Aşşıııkıımmmm...Aşşıııkımmm", müstakbel gelinin taklidini yaparken hani şu meşhur su bardağını yanağına sürterek ve tv ler de bu sesi aylarca spot olarak kullandılar...İşte o günden beri iflah olmadım.

Süpermarkette en gıcık olduğum ses kendi cep telefonumun sesi. Tam kasadayım. Ürünler hızla banttan geçiyor, kasiyer kızın hızına yetişmek ve eş anlı bitirebilmek anlamında ben de o hızla torbalara dolduruyorum, kan ter içinde kalmışım...sanki eforlu ekg! Çantamın en ücra köşesindeki cep telefonum çalmaya başlar, ya bre arkadaşlar, aramazsınız aramazsınız, tam kasadayım olacak iş mi bu? Hadi çantayı, telefonu, torbaları, her şeyi fırlat at yere.

Bir de korna seslerine takıntılıyım, evvelü zamandan beri…sesler fobimin açık hava modu. Yolda yürürken dalgın olmak gibi bir hakkınız asla olamaz, dalgın olmak yasak. Es kazara daldınız mı sizi bir korna ile daldığınız derinden öyle bir çıkartırlar ki mancınık topu gibi havaya bile uçabilirsiniz. Aman Allah korusun.

Bunlar ritm dışı sesler, bir de bunların ritmik olanları var; örneğin cakkıdı cakkıdı sakız, iki metalik parayı parmaklar arasında çevirme, çakmağı boyna yakıp söndürme, geğirme... bir şey de diyemem, sinirimden sırıtırım...

Böylece uzayıp gider bu "ses-fobim-trak" listem.

Şimdi yarın sabah kalkacam, yine yola koyulacam, halen taze kalmaya, seslere tahammül sağlamaya çalışan beynimi takacam boynuma, ama biliyorum ki ofise adım atar atmaz , o da ne? koş koş… hindi sesi gibi bir telefon bağırtısı karşılayacak beni…ya bir uyanın, kendinize gelin, çayınızı kahvenizi için, rüyanızda mı gördünüz bre mübarekler?

Teknoloji harikası bilgisayarımın sesini hiç tarif edemiyeceğim. Böyle bir yetenek yok, eşi benzeri görülmemiş bu alemet-i harika sesi nasıl tarifleyebilirimki ve ben bu sesle akşama kadar çalışmak zorundayım, zaplayamam, kulaklarımı tıkayamam, uff hadi kapat kapat diyemem... mecbur çalışacağım. Terapi yapmam lazım önce 10 dak. filan, yerde duran kasasını da tekmelememek için muhteşem bir gayret ve sabır göstermeliyim. Benim malım değil ayıp olur, yakışık almaz...

Ayrıca yarın pazar var, her şey nasıl tazecik, yemyeşil, sarılar, kırmızılar, mis gibi taze nane kokuları...şöleee keyifle bir pazar yapacam. Ancak biliyorum ki; hıyar seçerken karşı tezgahtaki pazarcı bağıracak..."ablaaaaa....(kalan kısmı biiippppp)", şöyle ters bir bakış attıktan sonra hemencecik daha ilerideki tezgaha yönelecem. Hıyarların yanında mutlaka domates olur, sen efendi efendi seçerken hıyarları, "abla bahçe domatesi çok şahane" demek varken... "abıılaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa bakçe domatisiii bunlarrrrrrraaa giiiieeeeeellllllllllllllllll" diye km ler halinde bir bağırışla pazar sefam son bulacak, çok eminim.

Velhasılı kelam; bu gürültülü yaşamdan kafayı bit bit yemek üzereyim…bi sakinlik, bir sukunet, bir sessizlik, yok yok, nerdeee…

Benim de çenem açıldı, ama sessiz sessiz yazıyorum valla, kimseye bi zararım var mı?

Alalaaaa ne kızıyorsun ya, sen benim günlüğüm değilmisin?

Yazarım, yazmam…çattık nezleye gece vakti ya!

Bak Çehov amca ne demiş; “kendini saçma göstermekten korkma, bize düşünce özgürlüğü gerekiyor ve yalnızca saçma şeyler yazmaktan korkusu olmayan biri, bağlarından kurtulmuş bir yazardır. Dağınık şeyleri toparlama, cilalamakla uğraşma, gerekirse sakar ve arsız ol. Kısalık yetenekle elele gider. Bu arada, sakın unutma, sevgi demeçleri, karıların ve kocaların sadakatsizlikleri, dul kadınlar, öksüzler ve her tür başka gözyaşları çoktan yazılıp tüketilmiştir. Konu yeni olmalı, ama "fabl" olmak zorunda değil”

Hııı…geveze günlük, ne olcek işte …çen çen çen :))

Hiç yorum yok: