Tam da sözün bittiği yerde öyle gelişmeler oldu ki; demokrasi ve insanlık adına sevinirken haksızlıkları gördükçe yeniden kara kara düşünmeye başladık.
Kimilerinden ders aldık, çoğunlukla her kafadan çıkan seslerle ders verdiğimizi sandık…yanıldık.
Toplumsal yapımız çok renkli. Doğu, Batı, Akdeniz, her kültürden nasibimizi almışız. Hal böye olunca olaylara bakış açımız ve tepkilerimiz de rengarenk. İnsanımız alaca bulaca.
Bazen “hepimiz Recep İvedik”, bazen “hepimiz Hrant”, kimi zaman “hepimiz Muro”, çoklukla “hepimiz Issız Adam”. Ne olduğumuza kara vermek çok güç, gün geçtikçe de güçleşiyor. Kaosumuz karmaşamız çok, duygusallığımız, acımasızlığımız daha da çok.
İçsel barışımız olmadığı için midir nedendir bilinmez, dışsal barışımızı da tesis etmekte zorlanıyoruz. “Agresiviz, sinirliyiz, gompleksliyiz”.
2008 de kimi tabularımızı yıktık, bu anlamda umutlandık; Şimdiye kadar konuşulmayan pek çok konu tartışılır hale geldi. Ergenekon’la derin devlete iğne batırdık, Engin Ceber’le işkenceyi lanetledik, devleti özür dilemek zorunda bıraktık, Aktütün’le militarizmi sorguladık, parti kapatma davası ile demokrasinin gücünü keşfettik. . “Mustafa” ile toplum “tabu” sınavından geçti, daha doğrusu geçemedi sınıfta kaldı.
2008 de duruşlar daha da netleşti, yönetenler ve yönetilenlerin nerede durduklarını daha da bir hisseder olduk; Türbanın o kadar da öcü olmadığını anladık, siyasi çıkarların nelere kadir olduğunu ve samimiyetsiz politikacıların oy hesabı ile nasıl da önceden kara dediklerine şimdi ak dediklerini yaşadık. Mitinglerde laiklik histerisine kapılanların çarşafa göz kırptığına şahit olduk. Allah, din lafını ağzından düşürmeyenlerin nasıl da çark edip “tek millet, tek vatan” sloganları ile muhafazakar milliyetçiler safında yerini aldığını hayretle izledik. Militarizmin Türkiye siyasetinde ne kadar etkili olduğunu, 12 Eylül anlayışının hala bitmediğini kalkan parmaklarla tekrar gördük. Duruşlar gösterdi ki; demokrasi söylemleri samimiyetsizmiş, siyasetçiler işine ne gelirse onu yaparmış, Devlet halkın emrinde değil, üstünde imiş.
2008 de özür diledik, kimi içtendi, kimi kızım sana söylüyorum gelinim sana tarzı idi. Ama her bir durumda özür dilemek erdemdi. İşkence için, Alevi yurttaşlarımız için, Ermeni tehciri için özürler dilendi. Daha pek çok konuda da insanlığa ve doğaya özür borçlarımız var. Özür telafi midir? Değildir ama başlangıçtır.
2008 de kapitalizmi yargılıyoruz. 7-8 yılda bir kapitalizmin krize gireceğini söyleyenler haklı çıktı; Ekonomik kriz dünyayı yeniden pençesine aldı. Türkiye’yi etkilemesi de kaçınılmaz olan kriz, iktidarın bu konuda yetersizliğini ve öngörüsüzlüğünü gözler önüne serdi. Ekonomik balayının çoktan bitmiş olduğunu farkedemeyenler, ekonomik krizin şakaya gelir yanı olmadığını daha da görecekler ancak fatura yine dar gelirli,yoksul kesime çıkacak. Bizler “atın ölümü arpadan olsun” diyen bir zihniyete sahibiz. “Bu da gelir bu da geçer” der ve yolumuza düşe kalka devam ederiz.
2008 de gugıl amca ve feysbuk birader ile daha fazla haşır neşir olduk, emesen sohbetlerimizde ikonlaştık…sandık ki internette sanal olunca teknolojik olduk, bilimselleştik. Fazla teknolojik olmamızı sakıncalı bulan büyüklerimiz internette bazı sitelere yasak koymaya başladı ve bu yasaklar gitgide çoğaldı. Diğer yanda CERN’de olan bitenleri izlerken aslında bilimsel olarak bir hiç olduğumuzu farkettik, eller aya giderken biz hala yaya olduğumuzu gördük.
2008 de tv dizileri ve magazin ile uyku ihtiyacımızı fazlası ile karşıladık. “Kızımız Demet, Oğlumuz Polat” oldu, gençlik Tarkan’ın kıvırırken poposu ile çizdiği çemberin ötesine geçemedi.
2008 de toplumsal cinnet noktasına gelindi dedimiz tecavüz, kadına şiddet, cinsel istismar, töre cinayetleri, çocuk gelinler gibi toplumun utanç tabloları vardı. Ruh sağlığı yerinde bir toplum olabilmemiz için daha çok uğraşmamız gerekecek.
Öyle veya böyle 2008’i tükettik. 2008’den 2009’a girerken ayak izlerimizde kan var, şiddet var, insanlık ayıpları var, tahammülsüzlük var, hoşgörüsüzlük var. Çocuklar ölüyor, insanlar tükeniyor, doğa bitiyor.
Keşke ayak izlerimizde “sevgi, barış, demokrasi ve insanca yaşayabilmek” olsa idi ve bunun gururunu taşıyabilse idik.
Keşke “önce insan sonra da insan” olduğumuzu hepimiz farkedebilse idik.
Yine de geç kalınmış sayılmaz. Gün doğmadan neler doğar.
Mutlu yıllar Türkiyem…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder