12 Oca 2009

Ankaram'ı özlüyorum

Ankara; doğduğum ve terkettiğim şehir…Doğmakla terketmek arasında yarım asır tükettiğim şehir.

Cesaretli kararlarımı aldığım, kimisinin sonucunda çok mutlu olduğum ama bir o kadar da problemler yaşadağım, yürekli bir şehir Ankara…doğrularımı yanlışlarımı harmanladığım, kendimi kaybettiğim ama yeniden bulduğum şehir.

Ankaram, çok renkli değildir ama renksizliği sanmayın ki devletin şehri oluşundandır…Biraz mütevaziliğinden, biraz sakinliğinden, biraz da sıradanlığındandır.

Hiç bir dönemde on bin çeşit insanı olmamıştır Ankaram’ın. Aynı tip benizler dolaşır sokaklarında, sakin ve dingindir.

İnsanı sevmeyi öğretir Ankara...

Kuru ayazını da seversiniz, kuru sıcağını da, akşam serinlikleri başkadır sanki...

Tüm kokuları aynıdır bu şehrin.

Semtleri birbirine yakındır Ankaram’ın. Ne kadar mesafe olsa da aralarında, insanları yakındır bu semtlerin. Bir duruşları vardır insanların, mozaik çok renkli, çok parçalı değildir.

Asırlar önce akan bir su, ilerdeki havuzda toplanırmış. Nice dertlere deva, onulmaz hastalara şifa, canlara can verirmiş. Bu yüzden buraya ‘Cankaya’ demişler. Harplerde, istilalarda yıkılmış, harap kalmış, suyun gözü kapanmış, bu topraklar bizim olunca buralara yerleşen ekalliyet suyun gözünü açmış. Ama ne derde deva, ne hastaya şifa, ne de cana can vermez olmuş artık. Lakin ‘Çankaya’ adı bugüne kadar süre gelmiş...Yıllar sonra da bu kayalara bir köşk kurulmuş. Halkı, Ata’sının bu tepeden berrak suklar akıttığına inanmış.

Keçiören, “keçi”den değil, bilakis “keçe” den gelmiş. Buranın ilk sakinleri olan başta Ermeni vatandaşları, keçe yapma sanatını çok ileri götürmüşler. Ankara yöresine, diğer illere keçe buradan pazarlanırmış. Keçeyi dövmek herkesin harcı değil, zahmetli bir zanaatmiş. İşte bu yüzden bu semt bağlarına ‘Keçeören’ denilmiş. Halk diline kolay gelmiş, ‘Keçiören’ olmuş. Keçi ile pek alakası yok, zira bu yöreye yeşilliği yiyip bitiren keçiyi sokmaları olanaksızmış.

Hergele Meydanı, Ankara’nın en eski tarihi meydanlarından birisidir. Zamanında bir uçtan bir uca uzanan yemyeşil düzlükmüş. Etrafı kavak ağaçları ile çevrilmiş, o yılların hipodromu diyebiliriz. Bu meydanın hududunu çizelim. Ulus’taki sanat okulunun köşesinden Ankara Gazi Lisesi’nden alın, yukarıda Numune Hastanesine dayanan koca bir düzlük. Bu düzlüğün özelliği Ata yadigarı cirit oyununun burada oynanması...davul zurnaların coşturucu havasında Hergele Meydanı. Askere gidenler gene bu meydandan uğurlanırmış.

O yılların Ankarası’nda ahırı olan kimseler inek beslerlermiş. Erkenden kalkıp sütü sağdı mı, ineğini önüne katar, inek çobanı Kel Mevlut'e teslim ederlermiş. Kel Mevlut, sürüyü alır götürür boş olan Maltepe sırtlarında otlatırmış, akşam Hergele Meydanı'na sürüyü geri getirir, inek sahipleri ineğini alır evine dönermiş.

Zamanla evler, binalar yapılmış, alan daralmış. Bir değirmen yapılmış, işlememiş. Bu binaya Ankara İtfaiyesi yerleşmiş, adı olmuş İtfaiye Meydanı. Daha sonra Opera binası yapılmış, Opera Meydanı olmuş.

Ankarayı her zaman özlüyorum. Bir yandan kızıyorum, bir yandan da çok özlüyorum.

Sıcacık, kahverengisi yoğun simidini özlüyorum. Bir sürü taklitleri var artık tüm şehirlerde. Ama birde Ankara'da yesinler bakalım, aynı mı kokusu?

Kızılay'ın keşmekeşliğini özlüyorum…sağa sola koşuşturan temiz yüzlü ama bıkkın insanlarını özlüyorum.

Atatürk Bulvarı'ndan Çankaya'ya tırmanırken sağ tarafta kalan devleti, babalığı kalmamış olsa da bir devlet memur olan anamla babamla özdeşleştiriyorum…devletin babalığını özlüyorum.

Kuğulu Park"ın içindeki bir beyaz, bir siyah kuğuyu özlüyorum...Siyah olanın nedense hiç resmi yok, öldü mü acaba?

Sakarya Caddesi'ndeki balık kokusunu, ara sokaklarındaki sanki kaçamak içilen içkinin kokusunu özlüyorum. Bir kerede oturmuş içmiş değilim orada, keşke içseymişim!

Bahçelievler’i özlüyorum... Evlendiğim, çocuklarımı dünyaya getirdiğim, üniversitede okurken okuldan eve dönüşümde sokaklarından korkarak evime ulaştığım güzel semt. Faşistlerden dayak yememek için hızlı hızlı koştuğum semt. Yoldaşım, okuldaşım Serdar Alten'in katledildiği semt.

Ve oğlum, oğlumun halen yaşadığı şehir Ankara...

Oğlum gibi sıcak, oğlum gibi sevecen, oğlum gibi dingin, oğlum gibi mert, oğlum gibi lider Ankaram...

Oğlumu ve Ankaram’ı çok özlüyorum...Ankaram’ın Pazar günlerindeki Ankara simitli sabah kahvaltılarını özlüyorum.

Ankara bir sayfa ile bitmez...Geri kalan anılarımda.


(Semt ismi ve tarihine ilişkin bilgiler, Şeref Erdoğdu'nun ,"Ankara’nın Tarihi Semt isimleri ve Öyküleri" kitabından alınmıştır)

1 yorum:

uğur erhan dedi ki...

Sevgili Beran

Çocukken Ankara Ankara bir yerin kara diye tekerleme biçiminde söz söylerdik, büyüdüm ve o senin çok özlediğin Ankara'ya acemi birliğimi yapmak üzere askere gittim. Çocukken söylediğim o tekerleme benden sanki intikam alırmışcısına o yerimi dondurdu. Çünkü Ankara kışın gerçekten çok soğuktu hele de sahah ayazı yok mu? Adamın çiğerini söküyor. Ankakarayı benden iyi bildiğine göre soğunuda benden daha iyi bilirisin. Tam soğuktan kurtuldum derken usta birliğimide Erzurum'da yaptım işte onu hiç sorma.

Ankara hep bana havası hariç yaşantısı olarakta hep soğuk gelmiştir nedenini soracak olursan net bir bir söyleyemeyeceğim ama hani bazı şeyler gibi bazı sehirlerde insana itici gelir ya işte ondan desem, yürüüü len dediğini duyar gibiyim.

Neyse al Ankaran senin olsun bana elma şekerimi ver kafi.

Şimdi düşündümde benim sevdiğim şehir var mı diye düşündüm düşümdüm cevap veriyorum yok be inan yok.

Ben şehirleri sevmiyorum. Alın kentlerinizi, plazalarınızı bana kasabalarımı geri verin.

Amma uzattım değil mi?

Uğur Erhan