8 Haz 2009
Ne yapacağız biz bu Kürtleri? Yine bir parmak sallayalım bakalım!
İllaki limon yeşilini bulacağız diye bir şart yok, yeter ki parmak sallaya sallaya “pis koyu gri” için çabalamayalım!
Siyasi ve ekonomik olarak dış dünyaya kapılarını açmış, Avrupa Birliği’nin eşiğinde, bölgesinde etkin ve örnek bir güç olmayı hedeflemiş bir Türkiye’de, Genel Kurmay Başkanı’nın her düşündüğü ve her söylediği bu kadar önemli olabiliyorsa ne gerek var siyasetçilere ne gerek var demokratik devlet anlayışına?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Washington’da düzenlediği basın toplantısında, “Üniter devlet prensipleri Türkiye’nin çivisidir. Oynatırsanız bakın Yugoslavya örneği var” diyor. Yine bir süre önce, Kürt sorununa ve çözüm çabalarına ilişkin olarak “Önemli olan kültürel kimliğin bizi birleştiren üst kimliğin önüne geçmemesidir" demiş ve Irak ve Lübnan örneğini vermişti.
Cumhurbaşkanı, Kürt sorununun çözümünde “tarihi fırsatın yakalandığından söz ediyor”, Başbakan “ farklı kimlikleri bu ülkeden kovmak faşizanca bir uygulamadır” diyerek bir nevi günah çıkarıyor, statükonun baş temsilcisi CHP lideri Baykal dahi Kürt açılımından bahsediyor, Kürtlerin Meclis’teki temsilcisi DTP “biz üniter devlet yapısı içinde her tür çözüm için varız” diyorken…Asker de çıkıyor, yine aba altından siyasi model gösteriyor.
Bir sorunun çözümünde siyasiler yetersiz kalıyor diyoruz ama bir de bakmışız ki tam siyasiler bir şeyler yapacak, somut adımlar atacakken yine askerden bir “siyasi” mesaj geliyor.
PKK sorunu ile Kürt sorunun karıştırmamak gerek…Asker, eğer gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsa, devletin modeli ile uğraşmak yerine PKK sorunu ile ilgilenmelidir. Zira PKK sorunu ile bütünleştirilmiş bir Kürt sorununu, en başından çözümsüzlüğe sokuyorsunuz demektir. Asker, bir yandan Kürt sorununu salt bir terör ve güvenlik sorunu olarak görmekle hata yapıyor, diğer yanda kendisinin çözmesi gereken PKK sorununu bir yana bırakıp, siyasilerin oynaması gereken alanda çelik çomak oynuyor.
Aslında Genel Kurmay Başkanı’nın bu bilinçli çıkışları ve mesajları, bizim gibi defalarca darbe, muhtıra, ilerleyen teknoloji sayesinde e-muhtıra görmüş bir ülke için şunu gösteriyor ki biz ne kadar oyumuzu verip ülkeyi yönetme hakkını sivil birilerine vermiş olsak da, o sivil siyasiler ancak ve ancak askerin iki dudağının arasından çıkacak sözler kadar bu ülkeyi yönetebilirler.
Demokratik bir sistemde, insanların tercih hakları vardır, devlet insanlara ne bir kimliği, ne de bir fikri dayatabilir. İnsanlar özgür biçimde kendilerini istedikleri gibi ifade ederler. Tartışılamayan, konuşulmasına izin verilmeyen kimlikle ilgili sorunların sonucu binlerce insanın ölümü olmuştur ancak İlker Başbuğ hala bazı şeylerin tartışılamayacağını göstermektedir.
Gelinen nokta yine aynı…Bu ülkede kimlik tartışmalarından, ifade özgürlüğüne, devlet modelinden, anayasaya kadar asker her konuda siyasete müdahale edebiliyor ve Kürt sorunun çözümüne ilişkin sınırları iki cümle ile belirliyebiliyorsa, askerin siyasetin tam da baş köşesinde oturduğu bir ülke olarak bırakın demokratik ve hukuk devletinden bahsetmeyi, bir kez daha Kürt sorunun çözümsüz kalacağını, kalkan parmakla gözümüze gözümüze sokuyor…zamanlama yine süper!
İnternette dolaşan anonim bir yazı der ki;
“Evin duvarlarını boyayacaktım.
Önce boyacıları dolaşmakla işe başladım. Kataloglardaki renkler benim istediğim limon yeşiline bir türlü uymuyordu. Hatta bazı boyacılar senin istediğin limon yeşili değil limon sarısı, yanlış arıyorsun dediler. Olmadı.
Sonunda istediğim limon yeşili boyayı kendim hazırlamaya karar verdim. İlk aklıma gelen sarı, mavi ve biraz açmak içinde beyaz renkte boyalar almak oldu. Boyacıların yolunu tuttum.
Yine olmadı. Çeşit çeşit sarı, çeşit çeşit mavi. Boyacılara soruyorum, şunu, şunu almalısın diyorlar. Bazıları yardımcı olmak için renk hazırlıyorlar, olmuyor. Benim istediğim rengi tutturamıyorlar. Benim limon yeşilim, balkonumda yetiştirdiğim limonun yeşili. Ben onu istiyorum.
Tüm tersliklere karşın, olabileceğine inandığım sarıdan, maviden bir de beyaz boyaları alıp eve geliyorum. Kesin başaracağım. Tüm hazır renklere, tüm boyacılara inat kendi rengimi bulacağım.
Büyükçe bir kovaya sarı boyayı döktüm önce. Sonra biraz mavi katıp karıştırmaya başladım. Olacak gibi, ama daha değil. Rengi açmak için biraz beyaz karıştırdım bu sefer. Yaklaşıyorum. Olacak. Ama sanki biraz daha mavi katsam iyi olacak. Çok mu maviye kaçtı bu sefer. Biraz sarı. Kalmadı. Aldım yeniden. Boyacı sana pembe de vereyim, birkaç damla atarsın, sanırım istediğin o dedi. Aldım.
Biraz sarı, yok, az mavi, iki damla pembe… Giderek kovadaki renk griye dönmeye başladı. N’apsam. Beyaz, hayır yetmiyor. Sarı, ı-ıh. Mavi, pembe…
Bir kova dolusu petrol atığı… Pis bir koyu gri…
Oysa ben sadece balkonumdaki limon yeşilini istemiştim.”
İllaki limon yeşilini bulacağız diye bir şart yok, yeter ki parmak sallaya sallaya “pis koyu gri” için çabalamayalım!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder