Ankara’da, Atatürk Bulvarı’nda ve Meclis’in tam karşısında bir vergi dairesi vardı, halen orada mı bilmiyorum…Uzunca zaman binanın cephesini kaplayacak şekilde, kocaman harflerle “İradesi ile kendini vergilendiren halk, millettir” yazardı. Birgün, binaya baktığımda “milletdir” in “m” si yok olmuş, ““İradesi ile kendini vergilendiren halk, illettir” yazıyordu ve epeyce bir süre, farkedilene kadar da bu şekilde kaldı…
Kendini vergilendirmekle, millet olma arasındaki bağı da hala anlamış değilim. Ekonominin yarısının kayıt dışı olduğu bir ülkede, “iradesi ile kendini vergilendirmek” özdeyişinin hiçbir anlamı da yok. Konu dönüp dolaşıyor, “vergisini ödeyen aptal mı?” ya geliyor, “aptal” sıfatını yememek için vergi mükellefleri kayıt dışılığa kaydıkça,devlet de habire çaktırmadan vergi almak, ki biz buna " dolaylı vergiler” diyoruz, zorunda kalıyor.
Öyle bir vergi sistemimiz var ki; insanları kayıt dışılığa itiyor. Bu kayıt dışı sisteme giren bir mükelleften mal alış verişinde bulunanlar da otomatikman kayıt dışılık zincirinin bir halkası haline geliyor ve ne vergilendirme sisteminin veciz sözlerinin ne de kendi kendini vergilendirmenin bir anlamı kalmıyor…vergi adaletsizliği bu kısır döngü içerisinde had safhaya ister istemez ulaşmış oluyor.
Tabi ki; devletin aldığı vergilerin çar çur edilmesi de apayrı bir problem ve gerçeklik. Bütçelerin, siyasi çıkar ve oya dönüştürme politikaları ile yamalı bohçalara döndüğü düşünülürse, vergi veren de “ben aptal mıyım” diye haliye düşünüyor.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, vergilerin yüksek olmadığını ve vergi konusunun gereksiz yere bir “şehir efsanesi” durumuna getirildiğini söylüyor…aslında şehir efsanesi olan konu tüm vergi gelirinin en az yarısının dolaylı vergiler olması…hani haberimiz olmadan devletin bizden aldıkları.
Şimdi sabah kalktınız, ilk olarak suyla haşır neşir olmaya başladınız, musluğu açtığınızda akan suyun, kullandığınız sabunun yüzde 20 yirmisi vergi. Keza kullandığınız elektriğin, doğal gazın, aracınıza koyduğunuz benzinin, cep telefonuyla yaptığınız konuşmaların, içtiğiniz sigaranın, günlük olarak tüketmek zorunda kaldığınız pek çok ürünün, sonuç olarak attığınız her adımın bedelinin yarısı KDV, ÖTV gibi vergilerle devletin kesesine giriyor. Ancak siz bütün bunları dolaylı yönden ödediğiniz için nasıl ödediğinizi bilmiyorsunuz. Üstüne aylık gelirinizden peşin peşin ödediğiniz vergiye de hesaba katarsanız, yüzde 70 gibi bir oranı, devlet sizden geri alıyor. Ekonomik sisteme kayıtlı iseniz hiç kaçarınız yok, kayıtlı değilseniz zaten dananın kuyruğu da işte bu nedenle kopuyor.
Devletin doğrudan alabildiği vergiler, dolaylı vergilere göre devede kulak. Türkiye’de kurumlar vergisi mükellefi 650 bin ve kurumlar vergisi tutarının yarısını 100 kurum ödüyor, bu 100 kurumun ödediği vergi, milli gelirin yalnızca yüzde 0,8’i. Çarpıcı bir vergi geliri rakamı! E bu kadar gelirle devletin hizmet vermesi de düşünülemez. Kayıt dışılık, vergi adaletsizliğini, adaletsizlik dolaylı vergileri getiriyor, dolaylı vergilerden bunalanlar da “ vergimi ödüyorum, ben aptal mıyım” sorusunu soruyor…haklı da!
2010 yılında vergi reformu planlanıyormuş…Vergi kanunlarını sadeleştirip, vergi ile ilgili düzenlemeleri de günün ekonomik koşullarına göre sıklıkla değiştimek gerekiyor. Vergi sisteminde teknoloji kullanımına önem vermek, kayıt dışılığı çok sıkı takip etmek şart. Ayrıca vergi kaçıranlar asla af olmamalı ve ağır cezalar uygulanmalıdır.
Türkiye nüfusunun yüzde 20’sinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı, ekonomik krizin 2010’ da da hükmünü sürdüreceği, işsizliğin kısa vadede çözümünün mümkün olmadığı düşünüldüğüne, yapılacak vergi reformunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istedim.
Ne üretimi ağır vergilerle köstekleyelim, ne de yoksulu daha da sefilliğin içine itelim …vereceğimiz verginin doğru oranlarda olduğuna ve doğru yerlerde kullanıldığına, çarçur edilmeyeceğine, biz vergimizi öderken birilerinin bizi aptal yerine koymayacağına inanalım ki “kendi kendimizi vergilendirebilelim”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder