12 Eki 2008

Büyüyen Türkiye ve küçülen doğusu


Türkiye'nin doğu ve güneydoğu bölgesinde Osmanlı'dan beri hala ekonomik kalkınma sağlanacak!

Türkiye’nin yıllardır artık kanıksadığımız doğu ve güneydoğu manzarasıdır; Terör her can alışında “şehitler ölmez, vatan bölünmez” nidaları yükselir, 3-5 gün bayrak, millet nutukları atılır, tv ler ağıtları görüntüler, ordu ve iktidarın üst düzeyi acilen toplanır, teröre karşı etkin önlemlerler alınacağı söylenir, sınır ötesi operasyon için Meclis’ten izin çıkar, terör yuvaları bombalanır, sivil toplum kuruluşları devreye girerek terörün siyasi, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik çözümlerini dile getirir, en fazla iki üç hafta yazılır çizilir…

Sonra ?... Sonra herkes vazifesini yapmış olduğunu sanmanın gönül rahatlığı ile yaşamına devam eder.

Ölenler öldüğü ile kalır, doğu ve güneydoğudaki “insanlık sorunu” güya alınan her tür önleme rağmen sürer gider.

Osmanlı zamanında, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Doğu ve Güneydoğu’ya askeri seferler düzenlenmiş, bölge halkının haydut, soyguncu, Ermenileri saklayan ya da Ruslarla işbirliği yapanlar olduğu iddia edilerek, bu harekatlarla hakimiyet altına alınmaya çalışılmış, ancak tam bir hakimiyet oluşturulamadığından ekonomik plan ya da program da olmamıştır.

Cumhuriyetin ilanının hemen akabinde yapılan 1923 yılındaki Birinci İzmir İktisat Kongresi’nde, “sanayinin bütün bölgelere taşınarak bölgelerarası dengesiz gelişmesinin engellenmesi” kararı alınmış ve bu karar, kalkınmada bir devlet ilkesi olarak gündeme gelmiştir.

Ancak bu ilk ciddi karar hayata geçirilememiştir. Çünkü 1915 te çıkan “Tehcir Kanunu” ile bir kısım halk bölgeden sürülmüş, göçe zorlanmış, bunun sonucunda bölgede zaten yetersiz olan sanayi ve ticari hayat ciddi bir darbe yemitştir. Göçler, yıkımlar bölgenin gelişme potansiyelini azalttığı gibi; bölgede sürekli bir ekonomik istikrarsızlık ve güvensizlik kaynağı olmuştur.

Bundan sonra bölgede ekonomik kalkınma konusunda bir daha dikiş tutturulamamıştır. 1920-40 arası yaşanan isyanlar, bölgeye yönelik ekonomi politikaları da etkilemiş, bu korku ile sermaye bölgeye ihtiyatlı yaklaşmaya başlamıştır. Bu dönemde bölgeye yapılan yatırımlar sadece karakol, cezaevi ve hastaneden ibarettir.

İsyan dönemi sonrasında ekonomik canlılığını yitiren bölge, zamanın iktidarının “bölgenin ekonomik kalkınmasına öncelik” verileceği söylemlerine rağmen “makus talihini” yenememiş, çünkü söylemler yine sadece görüntüde kalmıştır.

1962’de her 100 traktörün ancak 5’i doğu ve güneydoğuda bulunmakta idi; bunların çoğu ise Urfa, Elazığ, Diyarbakır, Kars, Mardin ve Malatya’da toplanmıştı. Tarım alanında bölgede ufak çaplı gelişmelerden edinilen sermaye de batıya sanayi sermayesi olarak kaymıştı.

1960’lardan itibaren Türkiye ekonomisi bir büyüme yaşarken, bölge küçülmeye devam etmiştir. 1980’ e kadar verilen tüm yatırım teşviklerinin sadece % 6 sı doğu ve güneydoğuya ayrılmış, bunların da çoğu seçim yatırımı amaçlıdır.

MSP’nin israfa yol açan hayali büyük sanayi projelerine ise sadece gülmek gerekiyor.

1980 sonrası ise tam bir felaket. Bölge çapında tarım üretimi düşüyor, sütçülük ve hayvancılık geriliyor, nüfus iyice yoksullaşıyor, işsizlik had safhaya yükseliyor.

1990’da bölgeye ayrılan yüzde 34 lük teşvik, 1995’te yüzde 7’ye düşmüş, yatırım muslukları tamamen kısılmıştır. OHAL Bölge Valiliğinin 1997 yılı verilerine göre, binlerce yerleşim yerinin boşaltılması sonucu yüzbinlerce kişi bölgeyi terk etmiş, tarım ve hayvancılık aynı dönemde dibe vurmuştur.

Osmanlı'dan günümüze gelindiğinde, Türkiye büyürken doğu ve düneydoğusu küçülmeye devam etmiş, toplumsal ihtiyaçları ve “insanlık sorunu” çözülemeyen bir bölge haline gelmiştir.

AKP’nin 2002 yılından beri sümen altı ettiği ve geçtiğimiz aylarda yeniden ortaya çıkarttığı yeni GAP projesi ise 2009 yerel seçim yatırımdan başka bir nitelik taşımamakta olup tamamen siyasi gösteriye yöneliktir.

Bölgede Fethullah Gülen tarafından sağlık ve eğitim sektörlerinde yatırımlara başlanmıştır. Amacı bellidir. İslami Kürt şovenizmini bölgede iyice yerleştirmektir. Tabiki yine ABD desteklidir.

Sonuç olarak ;

Osmanlı’dan bu yana Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi halen ekonomik olarak kalkındırılacaktır! Söylemler ve planlar hep bu doğrultuda olmuş, ancak uygulama hep yetersiz kalmıştır. Söylemlerle uygulamalar hiç bir zaman örtüşmemiştir.

Türkiye’de Doğu ile Batı arasında çok ciddi farklar mevcut. Türkiye’de toplam gelirin yüzde 45’ini büyük şehirler alırken, İstanbul ile doğu illerimiz arasında tam 5 katı gelir farkı vardır.


Yanlış özelleştirmelerle bölge halkı tamamen işsiz bırakılmıştır. Güneydoğu’nun Paris’i Diyarbakır’da anası babası işsiz, hiç okula gitmeyen 9 kardeş bulabilirsiniz. Hepsinin hayali İstanbul’a gitmektir.

Bugün doğu ve güneydoğu, sadece seçim politikalarında ve şehit acısı ile yanan ailelerin dramlarıyla gündeme gelen bir bölgedir.

Yine teskere Meclis'ten çıktı, sınır ötesinde PKK kamplarına askeri harekat yapılıyor, yapılacak…

Yine terörist baskınlar olacak, yine şehitlere ağlayacağız.

Yine “insanlık sorunu” yaşayan gençler kandırılarak dağa çıkacak, dağda vurulacak. Onların da anaları babaları ağlayacak.

Ta ki; Doğu ve Güneydoğu’daki problemin bir “insanlık sorunu” olduğunu anlayana ve kabullenene kadar,

Ta ki; yatırımları bölgeye çekecek gerekli ulaşım, sağlık, eğitim, enerji alt yapıları gerçekleşinceye kadar.

Ta ki; yüzyıldır beyinlerde, bilinçaltında var olan etnik ayrımcılığa, “önce insan” felsefesinden yola çıkılarak , “demokratik” yaklaşımlarla son verilene kadar.

Yoksa bu yüzyılda da hala "insan" yitirmeye devam mı edeceğiz?

Hiç yorum yok: