Yaşadığımız toplumsal sıkıntılar nedeni ile ruh sağlığımız iyiden iyiye bozuluyor. Biraz daha zorlanırsak, toplumsal cinnet bile geçirebiliriz.
“İnsan” dediğimiz nedir? Düşünebilen, üretebilen, paylaşabilen toplumsal bir varlık. İnsan olabilmenin bu fonksiyonlarını içinde bulunduğumuz toplumsal koşullar belirliyor.
Toplumsal koşullarımıza baktığımızda ise; nasıl insan olabildiğimize ve nasıl insan kalabildiğimize şaşırmamak mümkün değil.
Günümüz insanı, insanlığından çıkartılmış vaziyette, yaşam stresi, şiddet olgusu, sosyoekonomik olumsuzluklarla boğuşan, ruhsal yapısı bozuk, cinnet geçirmeye ramak kalmış bir görüntü çiziyor.
Tüm toplum olarak barut fıçısına dönmüş durumdayız. Sıkıntı ile uyanıp, gerilimle günümüzü devam ettirip, yoğun stres yumağı halinde günümüzü bitiriyoruz.
Toplumsal bilinç öyle bir noktaya ulaştı ki artık hiç kimse hiçbir şeye inanmaz hale geldi. “Bu ülkede her şey sahte”, “Bu ülkede artık hiçbir şey değişmez”, “Bu memleket adam olmaz” gibi söylemler sıkça duyulan ve giderek yaygınlaşan söylemler.
“Neler oluyor bu topluma?” diye kendimize sorar hale geldik. “Herkesin aklı başında da bir ben mi anormalim acaba?” diye sürekli sorgulamalarla boğuşuyoruz.
Uzmanlar diyor ki; “Türkiye’de 30 yıldır ruh hastalıkları sürekli artan bir ivme gösteriyor. Maalesef toplumun ruh sağlığı pek iyi değil”.
Türkiye’de her 5 kişiden 1’i depresyon içeresinde imiş. Üstelikte bunlar ruh sağlığının bozulduğunun farkında olarak doktora müracaat eden kısmı. Bir de durumunun ne olduğunu çözememiş insanlar var. Depresyonda mı değil mi farkında bile olmayan.
Türkiye’de gerçek bir ruh sağlığı taraması yapılsa, eminim ki Türkiye’nin yarısından çoğunun ruh sağlığı bozuk çıkar.
İşsiz genç, neden beni Türkiye’de doğurdunuz diyerek annesini ve babasını boğazlayıp öldürüyor… anne ve babasını koyun gibi doğradıktan sonra intihara teşebbüs eden canavar evlatlar duyuyoruz…karı kocalar boşanma cinneti geçiriyor, çılgın koca kendisinden ayrılmak isteyen eşini sırtından vuruyor…yeni doğan bebeği çöpe atan anne…çocuklarına bakamayarak iki çocuğuyla kendilerini denize atan anne…çocuğunu satılığa çıkaranlar…böbreğini, kanını satanlar.
Ülkeyi yönetenlere ve söylemlerine bakıyorsunuz, tam cinnetlik haldeler…bunlar kafayı yemiş diyorsunuz. Bütün güveniniz sarsılıyor, yok oluyor.
Gasp, hırsızlık, tecavüz, sapıklık vakaları almış başını gitmiş. Cinsel sorunlar ayyuka çıkmış.
İkili ilişkilerimizde, karşımızdakinde hep bir sahtekarlık şüphesi içindeyiz…sahte sevgi, sahte dostluk, sahte iş ilişkileri, duygusuz , ruhsuz bir yaşam.
Her anımız şikayet, isyan…Evet , uzunca bir dönemden beri toplumsal cinnet, isyan hali yaşıyoruz. İntiharlar ve isyanlar bu çaresizliğin, çıkışsızlığın feryadı.
Belirsizlikler ve kaygı içindeki insanımız, insan olmaktan çıktı. Toplumsal fonksiyonlarının hiç birini sağlıklı olarak yerine getiremiyor. Düşünemiyor, üretemiyor, paylaşamıyor.
Her yıl 10 Ekim, tüm dünyada ''Dünya Ruh Sağlığı Günü'' olarak kabul edilmiş.
Dünya Ruh Sağlığı Günü'nde, ülkemizde yaşanan bu sorunlar gündeme gelecek ve tartışılacak. Bu sene Dünya Ruh Sağlığı Günün’nün ana teması ''Ruh sağlığının, tüm dünyada toplumun tüm kesimlerinin öncelikli konusu yapmak, küresel bir öncelik haline getirmek'' olarak belirlenmiş.
Bir tane Türkiye var, bir tane “biz” varız. Gidecek başka bir memleketimiz yok…gitmemeliyiz de , kalıp ruh sağlığı düzgün nesiller yetiştirebilmek, toplumsal cinnetten çıkabilmek için külahlarımızı önümüze koymalı ve düşünmeliyiz…sadece düşünmekle kalmayıp bir an önce harekete geçmeliyiz.
Her şeye rağmen, geleceğe yönelik umutlarımızı kaybetmemeyi diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder