Şeref tribününde oturanların, stadyumun diğer tribünlerinde oturanlardan “şeref” yönünden ne farkı vardır ki burada halktan ayrı otururlar?
Bir stadyum ve bu stadyumun tribünlerinde oturan binlerce insan düşünün… Ben, sen, o veya BİZ.
Bir de stadyumun şeref tribünü denilen bir bölümü var ki bu bölümde de “şeref!” vasfını hak etmiş insanlar var.
Yüz yıllardır ister gladyatörlerin dövüştüğü arenalar olsun, ister boğa güreşi arenası, isterse bildiğimiz günümüz stadyumları olsun, halkın bir araya toplandığı alanlarda mutlaka, ülkenin “şeref” liyakatına uygun görülmüş kral, cumhurbaşkanı, başbakan üst düzey bürokrat gibi devlet erkanı yani halkın “üstünde !” insanlar kendileri için ayrılmış bu şeref tribününde otururlar.
Ben hiç halkın arasında maç izleyen cumhurbaşkanı veya başbakan görmedim. Güvenlik nedeni ile bu özel bölümde oturmaları gerekir diyenlerimiz olacaktır. Çünkü onlar önemli insanlardır ve canlarına kasteden kötü niyetliler olabilir.
Hadi Cumhurbaşkanı, Başbakanı anladık diyelim… Ne kadar çok şerefli üst düzey insan varmış bu memleketde…"şeref tribünü” her zaman ağzına kadar dolu…
Yok yok… Halka inmek, halka çıkmak edebiyatı yapmaya hiç niyetim yok… Ancak ülkeyi yöneten insanların, onları iş başına getirenlerden “şeref” olarak ne farkı var diye düşünmeden de edemiyorum.
Yeni dünya düzeni, tek kutuplu dünya düzeni, yani açıkçası ABD nin etrafına dizilmiş pek çok millet. Yıllardır bunun için uğraş veren ABD, şimdi kendi yarattığı “yeni dünya düzeni” canavarı ile boğuşuyor.
Onlar boğuşa dursun, medyaya bakıyorum, uzmanları okuyorum, köşe yazarlarımızı takip ediyorum… Herkes yeni dünya düzeni ekonomisinin, yeni dünya düzeni siyasetinin veya sosyokültürel yapısının ne olduğu ile ilgili bir dolu anlaşılamayan sözcüklerle yazılar yazıyor, konuşmalar yapıyor, fikirlerini beyan ediyorlar.
Halk kendi düzenini doğrultamazken, anlaşılmaz kelimelerle durum tesbiti yapıp, bir tane de hap niyetine bunun çözümü şu olmalı diyenine de hiç rastlamadım, bu da apayrı bir konu…
Bizim aydınlarımızın, hepsi olmasa bile çoğunluğunun halkı aydınlatamama gibi bir problemi var… Yazdıkları çizdikleri konu ile ilgili halkın anlayamayacağı dilden o kadar çok kelime sarfediyorlar ki bazen kendilerinin bile ne yazdığını anlamadığı şüphesine düşüyorum.
Aydınlarımız da bu aydınlatma konusunda “halk” ile ayrışıyorlar.
Türkiye'nin köklü gelenekleri vardır; bu ülke, hem sokak alışkanlığı olan hem de sokaklardan ürken , köylüsü kentlisi, çeşitli güçleri barındırıyor ama her ne kadar örgütsüz ve dağınık da olsa ciddi bir halk tabanına sahip. Bu anlamda Türkiye’nin bir anda değişmesi hiç de kolay değil.
Dolayısıyla Türkiye'deki sistemin düzelmesi, halktan ayrışarak değil, ancak “halkı hatırlayarak”, halk dilinden konuşarak, halkı korkutmadan ürkütmeden, ekmeğine göz dikmediğinizi samimi olarak hissettirerek yapılabilir.
Türkiye nüfusunun % 60 ‘ı geçim sıkıntısı çeken, açlık sınırının altında yaşayan insanlar. Doğru düzgün işleri, eğitimleri yok, güvenceleri yok. Bütün dertleri akşam evlerine bir lokma ekmek götürebilmek, çocuklarını okutabilmek, ekinini satıp tüm sene geçinebilmek, belki bir traktör alabilmek. Tek eğlenceleri televizyon. AKP nin oy deposu da işte bu kısım.
Geri kalan % 35 orta kesim halk kitlesi; meslek sahibi, esnaf v.d., % 5 ise zenginler klubü…
En başta hatırlanması gereken, ne konuştuğunuzu ne yazdığınızı bilinçli olarak anlaması gereken işte bu % 60 lık kesim… Yani hem siyasetçiler hem de aydınların aydınlatması gereken halk kesimi.
Ülkeyi yönetenlerden ayrışmadığını, “kullanılan dil” olarak kendilerini yakın hissedecekleri yöneticileri görmek isteyen kesim, işte bu % 60.
Eğer halkın % 60 ı sizi anlayabiliyorsa sizinle bütünleşebiliyorsa yeni dünya düzeninde ayaklar yere sımsıkı basabilir.
Eğer halkın % 60 ‘ı sizi anlayamıyor ve ayrı tellerden çaldığınızı düşünüyorsa, değil ağzınızla başka bi tarafınızla kuş tutsanız bile bu iş yürümez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder